500 yıl önce Ege ve Akdeniz’in kucaklaştığı, beyaz köpüklerin dans ettiği, kültür ve sanatın fışkırdığı topraklarda yaşıyordum.
Muhteşem bir manzaram vardı.
İki denizden gelen gemiciler karaya ayak basmadan önce beni selamlardı.
Ben de onları.
Ben koruyucuydum.
Knidos’un koruyucusu.
M.Ö 400.yüzyılda Knidos büyük bir saldırı altındaydı.
Binlerce Trireme’den(savaş teknesi) oluşan dev bir Lakedemonya filosu Arşipel’in(Ege denizi) sularını yararak Knidos’a yaklaşıyordu.
Ama haberi erken almıştı bizimkiler.
General Canon bugün Palamutbükü dediğiniz koydaki yapay limanda 200 Trireme ile gizlenmişti.
Lakedemonya filosu Nisirus Adası’na yaklaşınca, general Canon saldırı emri verdi.
Kürekler ardı ardına çekiliyor, yelkenler foraydı.
Knidoslular kendilerinden sayıca kat kat üstün olan düşman filosunu arkadan çevirmişti.
Dişe diş, kana kan, kora kor bir savaş oldu.
Arşipel’de bir kahramanlık destanı yazılıyordu.
Günlerce süren savaştan sonra kazanan Knidoslular olmuştu.
İşte o savaşta kahramanca ölenler anısına yüksek tepede bir anıt mezar yaptırmıştı Knidoslular.
Piramit şeklinde, 18 metre yüksekliğindeydi.
Anıt mezarın en tepesine de beni koydular.
Mermerim Atina yakınlarındaki Penteli Dağı’ndan getirilmişti.
Yontucu bana hayat verdiğinde 10-15 yaşında ergen bir aslandım.
Uzunluğum 2.89, yüksekliğim 1.89 metreydi.
Kilom 6 ton.
Hem anıt mezarın, hem Knidos’un koruyucusuydum.
Ben gücü, cesareti ve kahramanlığı temsil ederdim.
Binlerce yıl neler neler gördüm.
Savaşlar, yağmalar, depremler.
Lidyalılar, Persler, Romalılar, Osmanlılar.
Ama barış günlerinde tiyatrolar, festivaller, şenlikler, mistik ezgiler, birbirinden güzel sanat eserleri.
Sonra bir gün Nisirus adası patladı.
Volkanik bir depremde altımdaki anıt mezar yıkıldı, ben de yarı halde toprağa gömüldüm.
Yıllarca kimse ilgilenmedi benimle.
1843 yılında Ege tarafından yaklaşan bir geminin sesini duydum.
Adı İzzettin Vapuru’ydu.
Büyük tiyatronun mermerini söküp ona yüklediler.
Dolmabahçe Sarayı’nda kullanmak için.
Tehlikenin farkına o an vardım.
15 yıl sonra 1858 yılında yine Ege tarafından bir gemi daha geldi.
Bu Britanya Krallığı’nın askeri gemisi HMS Supply’ydi.
İçinde hırsızlar, yağmacılar vardı.
Başlarında Charles Newton isimli bir anglosakson.
Eminim ki, general Canon olsaydı beni bu hırsızlara vermezdi.
Ne yazık ki padişah Abdülmecit “alın götürün taş yığınlarını” demişti.
Aylarca uğraştı İngilizler.
Tahtaların üzerinde sürükleyerek kıyıya götürdüler.
Ardından üç günde bir sala koydular beni.
Sonra açıkta bekleyen savaş gemisine yüklediler.
Vinçle güverteye çekildim.
Bin yıldan fazla yaşadığım topraklara veda etmek zorunda kaldım.
Beni vatanımdan koparan adama Londra’da Sir ünvanı verdiler.
Sir Charles Newton oldu adı ve anılarında şöyle yazdı benim için.
“Bu harikulade aslan heykelini, bu ilkel topraklardan alıp, uygarlığın ve insanlık mirasının koruyucusu, saygıdeğer İngiltere kraliçesinin topraklarına götürmenin gururunu yaşadım.”
Şimdi yağmurlu, puslu bir ülkenin müzesinde tutukluyum.
Vatana, güneşe, Ege ve Akdeniz’e hasret.
Ben Knidos aslanıyım.
Bir zamanlar gücün, cesaretin ve kahramanlığın simgesiydim.
Ya şimdi.
Gözlerime iyi bakın anlarsınız.
İyi pazarlar.