Datça'nın Mesudiye köyü Mezgit yerleşiminde küçük şirin bir bina.
Güzel geniş bir de bahçesi var.
Bir zamanlar bu bahçede çocuklar çınlatırdı ortalığı.
Erkekler uzun eşek, kızlar kör ebe oynardı.
Sonra elinde pirinç bir çan tutan bir görevli kapıya çıkar, kolunu seri biçimde bir sağa bir sola sallardı.
Çanın içindeki küçük topuz bronza çarptıkça, çıkan ses çocukların kulaklarında çınlardı.
"Ders saati!"
Burası Mesudiye'deki iki okuldan biriydi.
Sabah evinden çıkan çocuklar, bu okula koşardı.
Sonra sistem 1989 yılında taşımalı eğitim getirdi.
Devlet dedi ki, nüfusu az yerlerdeki okullar kapanacak, herkes il ve ilçelerdeki okullara gidecek.
Ve kapatıldı bu okullar.
Bu ülkede binlerce öğretmen atama beklerken, devlet maaş vermemek için bu okullara öğretmen atamaktan vazgeçti.
Belki de köylüyü bitirmenin en iyi yollarından biriydi bu.
Çünkü köylü sadece kendi ürettiğini tüketiyordu.
Marketlere, alış veriş merkezlerine koşmuyordu.
Şimdi çocuklar sabahın köründe Datça yollarına düşüyor, okuyabilmek için.
Çok aile de köyü bırakıp şehire yerleşiyor, çocuğunun yanında olmak için.
Oysa zamanı biraz geri alırsak Datça yarımadasında eğitimin nereden nereye geldiğini daha iyi anlayabiliyoruz.
Mesela 1934 yılında Datça’da merkezde 6 ve köylerde de 41 olmak üzere toplam 47 Halk Okuma Odası varmış. Zamanın iktidarı bu odalara 132 kitap göndermiş Halkın katkılarıyla kitap sayısı 2199'a ulaşmış.
Düşünün 88 yıl önce tüm köylerde kütüphane.Şimdi Datça merkezde kaç tane var acaba? Benim tek bildiğim Demokrasi Evi'ndeki
İbrahim Çiftçioğlu Kütüphanesi.
Yine 1934 yılında Datça’da eğitim çağında 435 çocuk varmış ve bunların 237’si okula gidiyormuş.
Yani eğitim çağındaki çocukların yüzde 50’sinden fazlası okuyormuş. Bu Datça halkının eğitime verdiği önemin belgesi.
1956 yılına gelindiğinde her köyde bir ilkokul varmış, ayrıca iki köyde de halk dersanesi hizmet veriyormuş. Halkın okuma yazma oranı ve kültür düzeyi çok iyiymiş.
1966 yılında ise Datça’da, İlçe merkezinde 3, köylerde ise 9 ilkokul varmış.Bu okullarda 560 erkek, 561 kız çocuk okurmuş. Bu çocukların ailelerinin çok büyük bölümü çiftçilikle uğraşırmış.
Şimdi çiftçilikle uğraşan parmakla sayılacak kadar az.
Niye?
Çünkü egemen zihniyet böyle istiyor diye.
Üretme tüket.
Datça pazarındaki fiyatlardan belli değil mi?
1870'li yıllarda Amerikan hükümeti kızılderili soykırımı savaşarak gerçekleştiremiyordu.
Onca saldırıya, onca katliama, onca çiçek hastalığı mikrobuna rağmen kızılderililer iç bölgelerde yaşamaya devam ediyordu.
Sonunda General General Phillip Sheridan şeytanca bir fikir attı ortaya.
"Buffaloları bitirirsek, kızılderilileri de bitiririz."
Çünkü Buffalo kızılderililerin aşı, giyimi, yuvasıydı.
Amerikan hükümetinin kararıyla ülkede buffalo katliamı başladı.
Devlet kelle başı 1 dolar veriyordu.
Kısa sürede milyonlarca buffalo katledildi.
Bu kızılderililerin sonuydu.
Tarih bize der ki; bir ülkede çiftçiyi bitirirsen köylü sınıfıyla birlikte tarımı da bitirirsin, eğer ülkenin eğitimini bitirirsen geleceği de bitirirsin.
Hayali düşmanlar yaratarak devletin beka sorununu dilinden düşürmeyenler, halkın ve ülkenin asıl beka sorununu örtbas ederler.
İçimiz karardı yine değil mi?
Öyleyse Hovhannes Tumanyan’ın mısralarıyla noktalayalım sözü.
"Güneşin ilk ışıklarıyla çık sokağa
Telaşlı gürültüsüyle yolunu kesecek bir okul bahçesi
Solmuş formaları ve boyasız kunduralarıyla
Selamlayacak çocuklar seni
Kızların perçeminde bir bahar
Vitrin çatlatır oğlanların afacan sesi
Kavgalar, oyunlar, sefertaşları
şehirler yıkar, şehirler kurar çocukların neşesi
Her çocuk biraz eşkıya, biraz umuttur yakından baktığında
"çok yaşayın çocuklar
Ama, yaşamayın bizim gibi
Siz, çok yaşayın çocuklar..."
Not: İstatistikler Muğla Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden Prof.Dr. Bayram Akça'nın araştırmasından alınmıştır.