Yazın sonlarında başladı her şey…
Ne olduysa oldu, 50 kuruşluk kuru soğan 7 lira oldu…
1 liralık domates 8 lira oldu…
Taze fasulye 15…
Patlıcan 7…
Bamya 20 lira oldu 20…
Bir anda oldu…
Yok.. Öyle akşam yatıp, sabah kalınca olmadı….
Gözünüz var ya gözünüz… İşte onu bir kapatıp bir açtınız o anda oldu…
O kadar seri, o kadar yangın varmış gibi, o kadar kıtlık çıkmış gibi, o kadar bu topraklar kurumuş gibi…
O kadar… O kadar…. O kadar…
Aradan 10 gün geçti, her yeri duman kapladı…
Ülkede ne kadar mini market, süper market, gros market varsa hepsi bir anda tutuştu…
Alev alev oldu ülke… Duman duman… Hemi de göz gözü görmemecesine…
Aslında bu millet gözünün görmediğine yanmadı da, cebinin yetişemediğine yandı…
Emekli bankaya gitti, maaş eski maaş, ülke eski ülke…
İşçi bordrosunu aldı, maaş eski maaş, ülke eski ülke…
Memur bankamatiğini soktu, maaş eski maaş, ülke eski ülke…
Sonra toplanıp alışverişe gitmeye kalktılar… Ki gidemediler… Bilet eski bilet, ama otobüs eski otobüs değildi… Para eski para, ama taksimetre eski taksimetre değildi…
60 yaşıma geldim, ülkede böyle bir tufan, böyle bir kasırga, böyle bir deprem, böyle bir kıyamet görmedim ben…
“Şu fakir” domates almadı bir süre…
“Şu fakir” ot yedi et yerine…
“Şu fakir” tuvalette bile taş kullandı tuvalet kağıdı yerine…
Günler geçti, haftalar geçti, ay bile geçti… Ama o sağanak, o lapa lapa kar dinmedi… Pazara çıkamayanlar, markete uğrayamayanlar, işine bile yaya gidip gelenlerle; ülke bir anda ne olduğunu şaşırdığı bir girdabın içine girdi…
Vallahi anlamak zordu…
Bu tür bir kara deliğin içine düşmeyi anlamak hepimiz için çok zordu…
O günlerde YENİ FİYATLI elektriği düşünmemeye çalıştı bu ülke…
Yaklaşan kışı kara kışa çevirecek YENİ FİYATLI doğalgazı düşünmemeye çalıştı…
Aslına bakarsanız, olup biteni ne anlayacak ne de düşünecek hali vardı milletin… Şaşkın, öfkeli, çaresiz ve bitaptı…
Ve aslına bakarsanız, bu dalga, bu yıkım; ülkeyi yönetenlerin de beklediği bir şey değildi… Onlar da şaşkın, onlar da çare arar durumdaydı…
Çareyi elektrikte aramadılar ama…
Doğalgazda da aramadılar…
Çareyi, “ülkenin önemli üreticilerine” seslenip, ürünlerinde yüzde 10 indirim yapmalarını istemekte buldular… Sadece yüzde 10!..
Etiketlerin üzerine bindirilen yüzde 40’lara, 50’lere, 100’lere, 300’lere karşı YÜZDE ON İNDİRİM İSTEDİLER…
Bu ÇOK ÖNEMLİ BİR ŞEY değilse bile en azından BİR ŞEYDİ…
Ve ürünlerine o fırtınada yüzde 70, yüzde 80 yüzde 100 hatta yüzde 300 zam yapmış bir kısım “vatansever” üretici, bu isteğe büyük bir “vatansever” edasıyla atıldı ve kabul etti… Öyle bir kabul etti ki, bir zil takıp oynamadıkları kaldı…
Yüzde 10’du istenen…
Emri olurdu isteyenin…
Ve böylece ikinci bir dalga başladı ülkede…
Bir kozmetik ürünleri zinciri, bangır bangır reklamlarla YÜZDE 50 İNDİRİM yaptığını duyurdu…
Bir mobilya markası, televizyon reklamlarıyla ürünlerinde YÜZDE 30 artı YÜZDE 10 İNDİRİM yaptığını ilan etti…
Fiyatları bir gecede 10 bin liraya kadar çıkmış cep telefonlarında…
Bilgisayarlarda…
Televizyon markalarında…
Aklınıza ne geliyorsa BİR GECEDE FİYATI 3’E KATLANMIŞ; hepsi sıraya girdi indirim diye…
Yüzde 100 bindirimde nasıl sıraya girdilerse, yüzde 10 indirimde de aynı öyle…
Her şey bir yana, benim aklıma takılan bir büyük soru var… Merak ettiğim bir şey!..
“Enflasyonla topyekün mücadele” sloganı altında yüzde 50, yüzde 40 indirip yapıp, bunu da bu millete “ulufe dağıtıyormuş” havasında yapan bu firmalara kimse sormayacak mı peki?..
Kimse demeyecek mi bunlara…
“Yahu siz ne kazanıyormuşsunuz ki, yüzde 50 indirip yapıp, hala kârdasınız… Siz bu milleti ne çok soyuyormuşsunuz?..” diye…
Ha?..
Sormayacak mı hiç kimse…
Sormayacak mı bunun hesabını?..
Gerçekten sormayacak mı?..