Bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü.
4 Ocak 1961'de kabul edilen ve basın çalışanlarına bazı haklar ve yasal güvence sağlayan “212 sayılı kanunun” Resmi gazetede yayınlanmasıyla 10 Ocak günü kutlama günü olmuştur.
Söz konusu düzenleme, iş sözleşmelerinin yazılı olarak yapılması, sözleşmelere işin türü ve ücret miktarının yazılması gibi gazetecilerin sosyal ve yasal haklarını belirleyen hükümleri içeriyordu.
Bu yasa ile kendilerine yüklenen sorumlulukları kabul etmek istemeyen 9 gazete patronu (Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah) 212 sayılı yasanın ve Basın İlan Kurumu'nun oluşmasına ilişkin 195 sayılı yasanın mesleki sakıncalar doğuracağını iddia eden bir ortak bildiriye imza atarak gazetelerini 3 gün kapattıklarını duyurmuşlardır.
“Dokuz patron olayı” olarak basın tarihine geçen bu gelişme üzerine gazeteciler, boykot boyunca “Basın” adlı bir gazete yayımlamaya karar vermişlerdir. Basın gazetesi 11 Ocak günü yayına başladı ve üç günlük boykot sırasında düzenli olarak yayını sürdürdü.
Çalışan Gazeteciler Günü, bu olayın bir sonucu olarak ortaya çıktı. 10 Ocak, “Çalışan Gazeteciler Bayramı” olarak kutlanmaya başladı ve 1971'de “Çalışan Gazeteciler Günü” halini aldı.
Aradan 61 yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün değişen hiç bir şey yok.
An itibari ile basın emekçilerinin yüzde 35’i işsiz, bu ekonomik koşullarda çoğu işlerini kaybetmemek için tabiri caizse karın tokluğuna çalışmaya devam etmekte. Adil bir ücret ve insanca çalışma koşullarından mahrum bırakılmış, güvencesiz, sendikasız, örgütsüz çalışmaya zorlanmakta ve kalemlerinin üzerindeki baskı her geçen gün artmakta, hemen her gün biri adliye koridorlarında haberlerini savunmak zorunda bırakılmakta, o da olmadı cezaevine gönderilmekte. Bugün halen 34 meslektaşımız sırf gazetecilik yaptıkları için cezaevinde tutulmaktadır.
Kamu kaynaklarının kendilerine oluk oluk akıtıldığı yandaş medya, onurlu, namuslu gazetecileri hedef göstermekte; eleştirel ve bağımsız yayın yapmaya çalışan medya kuruluşları ise RTÜK ve BİK cezaları karşısında yaşam savaşı vermektedir.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi “Medya’ya virüs, FOX tv’ye yalan haber üretmeyi bıraksın, Gazeteci Fatih Portakal’a haddini bilmezsen haddini, bu millet patlatır enseni, ben Sözcü Gazetesi’ni okumuyorum siz de okumayın diyen bir Cumhurbaşkanımız var.
Öte yandan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından, istemedikleri gazetecilerin sürekli basın kartları iptal edilmekte ya da resmi basın kartına ulaşımları zorlaştırılmaktadır.
Halktan yolsuzlukları, skandalları, ekonomik krizi, zamları gizlemekle görevli iktidar medyası “yerli ve milli” denilerek, Cumhurbaşkanı’nın uçağında, sarayında, halkın parasıyla keyif çatarken;
halkı bilgilendirmek ve doğru bilgiye ulaşmalarını sağlamak için tehditlere, baskılara boyun eğmeden çalışan cesur ve gerçek gazeteciler “hain ve terörist” ilan edilmekte.
Bırakın ülkeyi, Çeşme yerelinde bile özgür ve bağımsız gazetecilik yapabilenler bir elin parmağını geçmezken...
Biz Neyi kutlayalım?
15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e çıkartma yapan düşman askerine ilk kurşunu sıkarak Türk direnişini başlatan ulusal sembol gazeteci Hasan Tahsin’i,
1 Şubat 1979'da akşam evine dönerken, aracında suikaste kurban giden Milliyet gazetesi genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi’yi,
7 Mart 1990 sabahı yazarı olduğu Hürriyet Gazetesi'ne gitmek için evinin önünde arabasına binerken öldürülen Çetin Emeç’i,
24 Ocak 1993'te Ankara'da evinin önünde, arabasına bomba konularak suikasta kurban giden yiğit gazeteci Uğur Mumcu’yu,
8 Ocak 1996'da İstanbul'da gözaltında işkence yapılarak, döve döve öldürülen Metin Göktepe’yi
21 Ekim 1999 Ankara'da evinin önünde uğradığı bombalı saldırı sonucu ölen Ahmet Taner Kışlalı’yı
Ümit Kaftancıoğlu’nu, Hırant Dink’i, Turan Dursun’u, ve adını sayamadığım bu ülkenin 80 gazetecisini, öldüren ve çoğunu faili meçhul bırakan zihniyet değişmedikçe...
Biz Neyi Kutlayalım?