Atların ve eşeklerin ayaklarına nal çakılmasından haz duyar, çivilenip kalırdım. Kısa boylu, tıknaz, yaşı elliye dayanmasına rağmen oldukça güçlü yapılı. Yazın kavurucu güneşli günlerinde bile boynuna astığı önlüğü, önlüğünün önünde özel kare şeklinde dikilmiş meşin kumaşı, çabuk eskimesin diye başında kasket şapkası ile Musa Dayım beklerdi dükkânının önünde…
Hayvanlar, yeni kunduralarını giyecek olmanın gizli sevinciyle; hiç tepki vermeden yanında çalışan efendilerinin yardımıyla da olsa, gür sesli Nalbantçı Musa’ya uzatırlardı ayaklarını nallamak için. Nalbant Musa, hayvanlara seslenerek: “Korkma oğlum. Rahat ol! Birazdan yeni pabuçlarınla hava atacaksın taşlı yollarda…”
Hayvanlar, itaatkâr bir içgüdüyle sessiz kalıp, beklerlerdi. Ayaklarının kenarlarından çıkan çiviler, kesilip törpülenir, nallar sağlama alınırdı. Yeni kunduraların, taşların üzerindeki çıkarmış oldukları ritmik sesler, kulaklarımda çınlanır ve günlerce gitmezdi. Sonraları Musa Dayım rahatsızlandı. Aylarca ve yıllarca mekânına gidemedi. İşi oğullarına bırakmıştı. Büyük oğlu Kazım Ağabey, Alaçatı Kemalpaşa Caddesi’ndeki baba dükkânı olan Hanı çalıştırıyor, küçük oğlu Kemal ise Hacımemiş Mahallesi’nde kendi başına bir nalbant dükkânı açmıştı.
Yıllarca Alaçatı’da bu mesleği yaptılar. Çok küçük yaşlarımda Musa Dayım’ın dükkânına giderdim. Çok sayıda insan olurdu dükkânında. Ama en çok da hayvan alıp satan “cambazlar” olurdu. Cambaz daha çok beygir ve eşek alıp satanlara denirdi.
Musa Dayım’ın rahatsızlığı sonrası dükkân yerine biz de evinde ziyarete başladık. Hasta yatağında hem tarih dersleri verir, hem de çok güzel hikâyeler anlatırdı. Fıkraları hep hoşuma gider, ben de sonra o hikâyeleri arkadaşlarıma anlatırdım.
Musa dayım arada bir alkol de alırdı. Rahmetli Nevin Tezcan Ağabeyim terzi dükkânıma çok sık gelir büyüklerimize ait olan hikâyelerini anlatırdı. Nevin Ağabey’de Musa Dayımın sağlıklı olduğu yıllarda dükkânına uğrar ve onun hikâyelerini dinlermiş. Nevin Ağabey ile terzi dükkânımda sohbet ederken, Musa Dayım ile olan hikâyelerini arada bir anlatırdı. Ama bir hikâyesi var ki hiç unutmam:
“Musa Dayım ile rahmetli Mehmet Karabina bir akşam çok içmişler. Meyhaneden çıktıktan sonra yolda kafalar dumanlı muhabbetler bitmek bilmiyormuş. Birbirlerini o kadar severlermiş ki, sohbet sonrası ayrılmak da istemiyorlar. Mehmet Karabina’ya: “Seni eve kadar getireyim, ben sonra dönerim” demiş. Mehmet Karabina’nın evinin kapısına gelince de burada da uzun süren sohbet ardından, Mehmet Karabina Musa Dayıma seslenerek: “Musa’cım şimdi seni ben eve kadar bırakayım” demiş. Olmaz falan dedi ise de Musa Dayımı evinin kapısına kadar gelip saatlerce Musa Dayımın kapısında sohbet ettikten sonra sabah ezanı okumaya başlamış ki ezanı duyunca artık evlerimize gidelim deyip ayrılmışlar.
Rahmetli Mediha Yengem Çeşme’nin en güzel kızlarından olup, çok muhterem bir ailenin ferdiydi. Saygılı ve dayıma karşı çok hürmetkâr bir kadındı, Mediha Yengem Alaçatı’ya gelin olunca iki oğluna da Çeşme’den Fatma Yengem ile Nurten Yengemi gelin almıştı. Musa Dayımdan sonra da çocuklarını ve eşlerini de kaybettik. Bu güzel insanları rahmetle anıyorum. Torunlarına da Allah uzun ömürler versin. Geçtiğimiz gün Kazım Ağabey’in büyük oğlu İbrahim dükkânımın önünde otururken güler yüzüyle geldi. Yeni yılımı ve mevlit kandilimi kutladı. “Nereden böyle İbrahim?” deyince, kandil nedeniyle ölmüşlerini Alaçatı mezarlığında ziyaret etmiş. Eski anılarımızı bir süre konuştuk. O eski günleri yâd ettik.