Bazen insan kapatıyor…
Gönlünü…
Gözünü…
Hatta, gönül gözünü…
Burkuluyor inceden… Kırılıyor; dökülmese de…
İçinde nedeni belli, ama tımarı çaresiz bir burukluk oluyor…
Elinden bir şey gelmiyor insanın kırılmışlıklara…
Öyle bir şey ki kırılmak, şiddet barındırmıyor… Vurdu-kırdı ile değil kırılmanın derdi… Bağırıp çağırmayla da değil… Yakıp yıkmakla da tımar olmuyor…
Çünkü, kırılmışlık, bir yürek sivilcesi…
Canını çok yakmasa da, yüzüne, gözüne oturuyor insanın…
Bakıyorsun, anlıyorsun…
Haaa!.. Bu, bir şeye kırılmış…
Şıp diye anlaşılıyor öyle.
Ve kırılmışlıklarda dükkanı değil ama en çok gönül gözünü kapatıyorsun… Kadrin bilinmemiş, değerin sezilmemiş oluyor… Anlıyorsun… Zaten kırılmışlık böyle bir şey… Seninle senin aranda…
Senin değer yargılarının sınırında, senin değer yargılarının kapsama alanında…
Hepinizin başına gelmiştir…
Bir de kırgınlığınızın anlaşılmamasına kırılırsınız …
İkincisi… Katmerlisi…
Çaresi, susmaktır çoğu kez… Dedim ya, dükkanı değilse bile, gönlünüzü, gözünüzü, gönül gözünüzü kapatmaktır…
Bu kapanış, asla ebedi olmaz… Sürelidir…
Kırılmışlıkların tımarı, yine sizin gönül deryanızda saklı olduğundan olsa gerek, kolaydır. Çünkü, en iyi çare, insanın kendi yarasını kendi sarmasıdır…
Annem, “süngün düşmüş” derdi beni kırgın gördüğünde…
Bu, öyle bir tanımlama ki, kızgınlık değil, üzüntü değil, öfke değil…
Daha yumuşak… Daha naif bir duruş…
Süngünün düşmesi işte…
İnsan, öfkelenmenin, kızmanın önüne geçebilir… Bunun bir çaresi, bunun bir savunma mekanizması vardır… Hatta, öfkeni karşı öfkeyle, kızgınlığı, karşı bir hamleyle nötürleyebilirsin. İçinde yara olmaz… Kusarsın, biter…
Ama kırılmışlığın çaresi her ne kadar sende gizli olsa da zordadır…
Girmen gerekir o anda…
Herkese kapattığın gönül gözünün içinden kendi gönlüne girmen gerekir… Öpüp koklaman, sevip okşaman, avutman gerekir gönlünü…
“Hadi koçum” diye sırtını sıvazlayamayacağına göre gönlünün, bir usul bulursun kendince…
Kısacası, kırılmışlık karmaşık bir ruh halidir…
Bazen çaresi, bir gülüşte, bazen tedavisi yıllar sürse de bitmemektedir…
İşin en kötüsü de seni kıranın, seni kırdığını hiç bilmemesidir…
Aynı dili, aynı gözü, aynı gönlü okuyup yazmıyorsanız hele, hiç olmaz… Hiç anlamaz…
Sen, kırılmışlığını yaşarsın…
Kıran, kırdığını anlamamıştır bile…
Kısacası, kırılmışlık, sanıyorum biraz “Gönül Adamları”nın derdidir…
Ben, kırgınım bu birkaç gün…
Gönlümü, gözümü, gönül gözümü kapatıp uyuyacağım…
Siz gelip çalsanız da kapıyı, o levhayı astım kapıya, göreceksiniz: KAPALIYIZ!..