Alaçatı artık yavaş yavaş kış sezonuna giriyor. Alaçatı’da yaşayanlar Kasım ayını bilir. Akşamları sessiz ve sakindir. Eskiden böyle değildi. Kış aylarında da hareketli yaşam devam ederdi. Yaz aylarında bilhassa geceleri çok yoğunluktan ve ses kirliliğinden uyuyabilmek için diğer evime gidiyorum. Geçen pazar gecesi Alaçatı’da evimde akşam yemeğimi yedikten sonra canım sıkıldı, şöyle bir Alaçatı içinde tur atmak istedim. Kemalpaşa Caddesi’nden meydanlığa gelene kadar yolda selam vereceğim kimseye rastlayamadım. Birkaç mekânın ışıkları yanıyor içersinde müşterileri yoktu, mekân sahipleri ve çalışanlar bir masada oturmuş sohbet ediyorlardı.
Yürüyerek Cumhuriyet Meydanı’na kadar gelmiştim. Meydanlığın önündeki Atatürk ve İsmet Paşa’nın heykellerinin önünde durup önce onları bir selamladım. Birer Fatiha duası okuduktan sonra meydana bir baktım meydanlığın ortası loş ışıklarla aydınlanıyordu. Eski belediye binasının yolunun aşağısı karanlık olmasından dolayı kimseler görünmüyordu. Eski belediye binasının alt katı eskiden Rahmetli Tahsin Kandemir’in kahvehanesiydi.
Bir aşağındaki bina, Teoman Ulutaş’ın, beyaz eşya dükkânıydı. Çok önceleri Semerci Cemil Usta’nın semerci dükkânı olan bu dükkânda Cemil Usta geç saatlere kadar çalışırdı. Alaçatı’daki en iyi semerci ustasıydı. Cemil Usta’nın dükkânının önünde hazır bitmiş semerler, eyerler, at koşumları, kösele çizmeler asılı olurdu. Mithat paşa Caddesi’nin hemen başında Ekrem Kandemir’in manifatura dükkânı vardı. Dükkânın önünde rengârenk işlemeli kumaşlar, top top kaput bezi kumaşları satardı. Fevzi Yıldız’ın dükkânının önünde; nohut ve bulguru bakliyat çuvallarında şaşulayla kese kâğıdına doldurup satardı. Atatürk ve İsmet Paşa’nın heykelleri Cumhuriyet Meydanı’nın tam ortasındaydı. Bütün resmi törenler önceki yıllarda bu meydanlıkta olurdu.
Gözlerim tekrar iki büyük kahramana takıldı. Atatürk ve İsmet Paşa sanki bana bakıyorlardı. Bir süre gözlerimi onlardan alamadım. Sanki bana bir şey söyleyeceklermiş gibi uzun bir süre bakıştık. Çocukluğumda hep bu meydanlığa gelir, onları izlerdim. Meydanlığın ortasında üç tane büyük dut ağaçları vardı. Dut ağaçlarında onlarca kumru ve serçe kuşları gezinirdi.
Gündüzleri meydan karşısındaki esnaflar kumru ve serçe kuşlarını beslemek için şaşula ile buğday, mısır atarlardı. Esnaf hiçbir zaman onları aç bırakmazdı. Gündüzleri kumrular Atatürk ve İnönü’nün heykellerin omuzlarına konar saatlerce onların başında sanki nöbet tutardılar.
Cumhuriyet meydanındaki büyük karabiber ağaçların altında Rahmetli Hilmi Çevik Ağabey’in kömür ateşinde pişirilmiş kahvesin içimine doyum olmazdı. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var” sözü herhalde burada söylenmiştir. O eski yaşanmış güzel, anılar canlandı gözümde. Hilmi Çevik Ağabey’in Kahvehanesi’nde bir tarafta Rahmetli Hakkı Demiray, bir tarafta yıllarca Alaçatı’da belediye başkanlığı yapmış olan Yusuf Gençalp’in etrafında dostlarıyla muhabbetleri geç saatlere kadar bitmek bilmezdi. Boş masalardan birine oturup eski günleri düşünmekten kendimi alamıyordum.
Hava yavaş yavaş soğuyordu. Rüzgâr’ın esintisi yanaklarımı biraz fazla okşamaya başladı. İçim üşüdü fakat ruhum sıcacık. Gitmek istiyorum ama bir türlü oturduğum yerden kalkmak istemiyorum. Tarihi geriye sarmak istiyorum, tabii ki geçmişi geriye getirtemiyorsunuz. “Geçmiş zaman olur ki hayali cihana bedel”
Kalın sağlıcakla...