Bir Alaçatı vardı çocukluk ve gençlik yıllarımı barındıran. Akşam olunca delice esen, üşüten rüzgârları, daracık sakin sokakları. Evlerin pencereleri açık, komşularla karşılıklı sohbetler...
Bugün ise evlerinin önlerinde masalar, masalarda yabancılar. Hepsi birbirine sırtını dönmüş sanki küsler. Bir Alaçatı vardı, kaybettim ben o şehri, bulamıyorum. Kime sorsam bilmiyorlar Böyle bir Alaçatı yok diyorlar. Geçti o günler diyorlar. Oysa bir zamanlar ben de yaşamıştım bu şehirde. Sokaklarda yoğurt satıcıları, pişen ekmeklerin mahalleyi saran taze kokuları, mahalle arasında oyun savaşları yapan çocuklar… Kuyu başlarında su kuyruğunda kadınları olan bir Alaçatı vardı, kaybettim bulamıyorum…
Ramazan ayında da güm güm çalan davullar, “Haydi sahura, haydi sahura” diye bağıran davulcu sesleri. Kış gecelerinde dışarıda esen rüzgârı, yağan yağmurlarda evlerinin içerisinde çatır çatır yanan sobası olan, soğuğa aldırış etmeyip şarkılar mırıldanan, gülen yüzü ile
bize sofra hazırlayan annem vardı.
Çok özledim o günleri, çoooooook! Ben bu evi arıyorum, bulamıyorum. Sabahları okula giden çocukların cıvıl cıvıl sesleri. Okuldan gelen ders zilinin sesleri. Komşularımızın güler yüzle selam verişini. Komşularımızın Hu! Gelin kahve içmeye! diyen davet seslerini. Bayramlarda büyüklerimizi ziyaret ettiğimiz haneleri. Ben o şehri kaybettim bulamıyorum. Nasıl unuturum ki çocukluk ve gençliğim geçti o evlerde. Unutulacak gibi değil, en güzel günlerimi yaşadım o evde. Soğuk ve uzun kış akşamlarında annemin dayılarımın anlattığı tarihi hikâyelerin aklımda her biri. Ne anne kaldı, ne baba! Kardeşlerimden üçünü kaybettim.
Ben bu şehri kaybettim. Kaybettim, bulamıyorum…
Tekrar tekrar soruyorum: “O Yıllardaki Alaçatı’yı Bulabilir miyim?