İnsanlık tarihi boyunca kimse akıl edememişti...
Bir tek O dedi... Bir tek O akıl etti... Bir tek O önem verdi... Bir tek O ihmal etmedi...
Çocuklara bayram armağan eden O adam: işte bir çok yönü gibi, bu yönüyle de DÜNYANIN GELMİŞ GEÇMİŞ EN BÜYÜK LİDERİ ya!..
Saray ve İstanbul İngiliz çizmeleri altında inliyor, saray ve sarayın uşakları, para babaları, ağaları, paşaları vatana ihanette yarışıyor, silahları bile toplanmış sözüm ona Osmanlı artıkları kaçacak delik arıyordu...
O günden yaklaşık bir yıl önce Samsun’da doğan güneşe inananlar, bir yıl boyunca karşılaşılan her engele bir hamle bulmuş, her umutsuzluğa umut olmuş, sarı saçlı mavi gözlü devle yürüdü o çatıya...
23 Nisan 1920’de ülkenin her köşesinden binbir güçlükle Ankara’ya ulaşan vekiller, Ata’nın ardından ilk meclise ilk adımı öylesine atmadı...
Kurbanlarla girildi o kapıdan... Dilde tekbirler, elde seccadelerde girildi o kapıdan...
Herkesin babasının memleketiyse de, kimsenin babasının tekkesi değildi o meclis... Kutsaldı, halktı, vatandı... Herkes Atatürk’tü, herkes gerçekten Atam’dı...
“Ya istiklal ya ölüm” diye yola çıkmış, vatanına uzanan elleri kırmaya yeminli adamlardı...
Bunları yazıyorum da, bugün aslında bu yazdıklarımı anlayanlar bile azaldı...
Öylesine bir inanç temeli üzerine kurulmuş, öylesine bir yürek sesiyle gürlemiş, öylesine bir güçle birleşmişti vatanseverler...
Meclis demek, vatansız ve saraysız bırakılmış bir halk için yeni bir vatan, yeni bir şafak demekti aslında..
İzleyen günlerde, aylarda ve yıllarda Dünyanın bugün bile hayranlık, şaşkınlık ve takdirle andığı Atatürk ve silah arkadaşları, meclisin açılışıyla atılan temel üzerinde; nice cenkle, nice kanla, nice canla, nice çabayla bir vatan dikeceklerdi çünkü...
23 Nisan, en az muharebeler kadar, en az cumhuriyetin ilanı kadar değerli, önemli ve unutulmaz bir ilk hamleydi çünkü...
Yap işlet devret ihalesi değildi ki bu...
Hayatta kalma garantisi bile verilmemiş bir ölüm köprüsünün inşaatına soyunmaktı...
O adımı atmak, ancak 12 metrekarelik bir orada, tek kişilik, ayak ve başucu demirden, yaylı bir somyada incecik bir döşeğin üzerinde uyuyan bir liderin yapacağı bir “kutsal iş”ti ancak...
Bugün tam 100 yıl geçti üzerinden...
Ama o günü; dünya, en az cumhuriyetimizin ilanı kadar tanıyor... En az, ülkemizin adını bildiği kadar iyi biliyor...
Cumhuriyetin değerlerini, kutsiyetini, o uğurda dökülen kanları, verilen şehitleri 100 yıldır kendi kendimize törpülesek, eğelesek de sonuç değişmiyor...
Bir ulusun milli egemenliğini, tüm dünya çocukları yıllardır bir renk, inanç, ses ve aşkla kutluyor çünkü...
Sorarım... Gelmiş geçmiş hangi lider bir mücadelenin ilk adımını tüm dünya çocuklarına böyle güzel ezberletebilir ha?..
Hangi lider yapabilir bunu?..
Ve dünyanın o hangi çocuğu unutabilir ATATÜRK adını ve onun akılalmaz cesaretini, savaş dehasını ve inanmışlığını... Ve bir günü “çocuklara” adayacak, onlara bayram armağan edecek kadar sevgi dolu ve ileri görüşlü oluşunu...
* * *
Bugün 23 Nisan... Milli Egemenlik ve Çocuk bayramı...
Hayatının bir dönemini çocuk geçirmiş, o günlerin coşkusunu yüreğinin içinde daima yaşamış, Atatürk’ün çocuklarının bayramı...
Bu sevinci duyuyorsanız küçükler; sizler o çocuksunuz...
Siz de Atatürk’ün izindeyseniz; Ata’ya minnet duyuyor, yüreğinizde ona yer açıyorsanız, yaşınız kaç olursa olsun sizler de o çocuksunuz...
Çünkü bu vatan, bu devlet, yüreği buna inanmış özgür, ilerici, aydınlık çocukların geleceğidir...
Şimdi nerede yaşıyor, hangi apoleti takıyor, hangi servet içinde yüzüyorsanız bile, siz de kendi kendinize sorun bakalım...
Acaba siz de o çocuk musunuz!..
Ha?.. O çocuk musunuz siz de?..