Sabah kahvaltımızda süt, yoğurt, yumurta ve çorba olurdu. Gel zaman git zaman derken okula başladım. Hiç unutmam okula başladığımın ilk günü. Alfabeyle kışı bitirirken aylar birbirini kovalamış. Baharı müjdeleyen sarıpapatyalar ve dağ çiçekleri başkaldırıp çıkıvermiş toprağın altından.
Okulda sınıf arkadaşlarımızla hafta sonu için sarı keçimizi ve barca tekemizi gezdirip
Otlatacağız diye buluşma programları yapardık. Sözleştiğimiz gibi hafta sonu elektirik santrali önünde toplanırdık. Yılmaz Kirman, Ahmet Varhan, Hulusi Baysal, Mehmet Ali Şahin, biz kendisini Lakabıyla (Lalo) çağırırdık. Tam ekip olup doğru hurmalık ovasının yollarında yeni çıkmış çimenlerin üstünde hem oturur hem de oyunlarımızı oynardık.
Çimenlerin üstünde lastik ayakkabılarımızla kayarken diğer tarafta dere kenarlarındaki derelerden kurbağa sesleri gelirdi. Yaykın, yakın olduğundan denizin iyot kokusu ciğerlerimize kadar işlerdi. Yavaş yavaş Yaykın’a kadar gitmiş olurduk.
Yaykın da dere yataklarından sular çekilince toprakta çıkmış deniz koruğu (Deniz börülcesi) toplar annemiz akşam olunca onları kaynatır bol limonlu olarak salatasını yerdik. İlkbahar güneşinin etkisiyle yağmurun çok yağmasında çamurlaşan ve sonra hafifçe kuruyan yarı nemli yumuşak toprağın üzerinde kayması çok eğlenceli olurdu. Ama bir de bakardık ki ya dizimiz yaralanmış kanar ya da giysilerimiz yemyeşil olurdu.
Peşinden haydi bakalım, kırmızı lale, nergis, ve sümbül toplayalım derdik ve koşardık kırlara İlkbaharda güneşin çıkmasıyla baş kaldırmış olan çiçekleri annemin verdiği bağ testeresiyle söker toplardık.
Yine o arada karşımıza çıkan ebe gömeci otunu da sökerdik şöyle toprağın uçtuğu yarı açık yerlerden. Onların içindeki özü yerdik. Nerede şimdiki gibi muz, ananas, avokado, ayva, nar vb...
Ardından Binnaz Abla’nın bahçe kıyısından kurumuş bir karaçalı dalını çeker başlardık dallarına çiçekleri takmaya.
Çaldığımız her kapı açılırdı ve yumurta veya bulgur isterdik. Verilenleri heybemize koyardık. O günü akşam ettikten sonra hâsılatı alır koşardık Nurettin Amca’nın dükkâna… Atatürk’ün kaşları gibi kaşları vardı rahmetli Nurettin Amca’nın. Şöyle bir çatardı kaşlarını bulguru alırdı elimizden, sonra yumurtaları ışığa tutarak tek tek kontrol ederdi bozulmuş mu, bozulmamış mı diye… Sanki papatya falına bakardı mübarek, seviyor sevmiyor dercesine… Verdiğimiz bulgur ve yumurta karşılığında kırık leblebi ve kuru üzüm alır grup halinde yerdik.
Küçücük dünyamızdaki, kocaman evciliklerimizin şimdi hayali ile yaşıyoruz. Şimdiki çocuklara baktığım da ne kadar şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Oynadığımız oyunlarımız hep doğal ve serbestçeydi.
Oysa şimdi küçücük parklarda plastik ve metal oyuncaklar, arabalar, bebekler, hamurlar, hiç benzer mi ki benim köyüm Alaçatı’nın o güzelim oyunlarına ve mis kokulu çayır çimen ve topraklarına…