Geceyarısı.
Tepemizde ışıl ışıl samanyolu.
Bizim galaksimiz.
Ve Ay'ın ışığı vuruyor her yere.
Nazım'ın dediği gibi.
"Alacaaydınlık tertemiz gökyüzü.
Duruyor ortada çoban yıldızı..
Bir bardak su gibi pırıl pırıl."
Uçsuz bucaksız bir alemde dönüyor yıldızlar.
Dönüyor galaksiler.
Bundan 6500 yıl önce Mezopotamya'da ortaya çıkan Sümerler uzayla ilgilenen ilk medeniyet oldular.
Ayı, güneşi, gezegenleri, Yıldızları kil tabletlere çizdiler.
Onlar uzaydaki cisimlerin yuvarlak olduğunu biliyordu.
Aradan yüzyıllar geçti.
M.Ö 500'lü yıllardı.
Kuşadası'nın karşısındaki Samos(Sisam) adasında yaşayan Pisagor, Ay’ın yörüngesi boyunca hareketlerini ve Ay’ın son şeklini gözlemleyerek yuvarlak olabileceğini söyledi.
Pisagor “Ay yuvarlak ise Dünya da yuvarlak olmalı” dedi.
Ciddiye almadılar.
Ondan 70 yıl sonra İzmir Urla'da doğan Anaksagoras Ay'ı, Güneş'i ve yıldızları izliyordu.
Birgün İzmir yakınlarına bir göktaşı düştü.
Anaksagoras göktaşını inceledi ve bunun soğumuş bir kaya parçası olduğunu gördü.
Ardından Güneş ve Ay tutulmalarını gözlemledi.
Ay’ın Dünya üzerindeki gölgesinin şekli yuvarlaktı.
Bu ona göre Dünya’nın yuvarlak olduğunun kanıtıydı.
Yetinmedi.
Daha da ileri giderek Atina halkına; tanrı diye iddaa ettikleri Ay'ın bir taş kütlesi, Güneş'in ise çok büyük bir ateş topu olduğunu söyledi.
Söylediğine pişman ettiler.
Çünkü toplumun kutsalına dokunmuştu.
Kovuldu.
Çanakkale'de sürgün yaşadı.
Tarihe geçen sözleri şuydu.
"Ay Tanrı değil, büyük bir kaya.. Güneş ise bir ateş topu."
Anaksagoras'dan 50 yıl sonra bu kez Aristo, ekvatordan uzaklaştıkça gökyüzünde görünen takımyıldızlarıyla ilgili yaptığı gözlemler, ufukta eğrilik ve bir geminin ufukta kayboluş biçimi gibi kanıtlara dayanarak dünyanın yuvarlak olduğunu açıkladı.
Aristo'dan bir süre sonra bu kez başka bir bilim insanı çıktı ortaya; Eratosthenes.
İskenderiye Kütüphanesi'nde müdürdü.
Birgün Güney Mısır’da Siyene denen şehirde çok ilginç bir kuyunun olduğunu öğrendi.
Gitti, inceledi.
Bu kuyu her yıl 21 Haziran'da en dip noktasına kadar güneş ışığını alarak aydınlanıyordu.
Güneş bu tarihte en tepe noktada oluyordu ve Güneş ışınları bu kuyuya tam dik olarak düşüyordu.
Eratosthenes, güneş ışınlarının İskenderiye ve Siyene’ye aynı şekilde düşmediğini ve bunun nedeninin de Dünya’nın eğimli bir yapıda olması ile ilgili olduğunu biliyordu.
Eratosthenes, Bir sonraki 21 Haziran'da Güneş tam tepe noktasındayken İskenderiye’de yere bir çubuk dikti.
Güneş ışınlarının çubuğa tam dik ulaşmadığını ve yerde 7 derecelik bir gölge oluşturduğunu farketti.
Buradan yola çıkarak Dünya’nın bir daire olduğunu anlayan Eratosthenes, İskenderiye ile Siyene arasındaki mesafenin Dünyanın merkez noktasında da 7 derecelik bir açı oluşturması gerektiğini düşündü.
Ve dünya denilen dairenin çevresinin 250.000 stadia olduğunu hesapladı;
46.250 km. (Bugün dünyanın çevresinin 40.100 km olduğunu biliyoruz.)
Aradan yüzyıllar geçti.
1500'lü yılların sonlarıydı.
Katolik Kilisesi Avrupa'da gericiliğin krallığını yaşıyordu.
Kilise dünyanın düz olduğunu savunuyor, okullarda böyle öğretiliyordu.
İtalya'da Galileo isimli bir bilim insanı isyan etti.
"Dünya yuvarlak ve dönüyor" dedi.
Kilise ve onun şakşakcısı gericiler ayağa kalktı.
Galileo engizisyonda yargılandı.
Yan çizdi ama şu sözleri tarihe geçti.
"Güneş dünyanın etrafında dönmüyor. Ama dünya da sizin etrafınızda dönmüyor. O siz kabul etseniz de etmeseniz de sizi umursamadan hem kendi etrafında, hem de güneşin etrafında dönüyor."
100 yıl sonra yine İtalya'da Giordano Bruno çıktı ortaya.
"Dünya yuvarlak ve dönüyor"dedi.
Kilise ayağa kalktı.
Sözünü geri al dediler ama o Galileo gibi yan çizmedi.
1600 yılında, Roma’da Campo dei Fiori meydanında uygulandı. Bruno diri diri yakıldı.
Katolik inancının iplerini elinde tutan Vatikan, tam 366 yıl sonra, 2008'de Galileo ve Bruno'dan özür dileyerek dünyanın yuvarlaklığını da resmen kabul etmiş oldu.
Galileo'dan önceleri de İmam Gazali başta olmak üzere bazı İslam bilim insanları dünyanın yuvarlak olduğunu söylemişti.
Tarih 5 Eylül 1977 idi.
NASA, Voyager 1 sondasını uzaya fırlattı..
Görevi güneş sistemimizdeki gezegenleri incelemekti.
Aradan 13 yıl geçti.
Voyager 1, 14 Şubat 1990'da bir fotoğraf gönderdi.
Müthiş bir fotoğraftı.
Tam 6.4 milyar kilometre uzaktan çekilmişti.
Uzayın sonsuzluğunda bir toz zerresi görünüyordu.
Yuvarlak bir toz zerresi.
Dünyamız.
6.4 milyar kilometre uzaktan evimizin fotoğrafıydı.
Sahip olduğumuz tek şey..
"Pale Blue Dot dediler" adına..
Soluk Mavi Nokta..
NASA'nın en önemli isimlerinden gökbilimci Carl Sagan bu fotoğrafı şöyle anlatmıştı.
"Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz.O biziz.
Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor.
Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her "yüce önder", her aziz ve günahkâr onun üzerinde, bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.
Evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne.
Bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular."
Bugün çıkıp dünya düz diyenler.
Gericiliği, yobazlığı kendilerine şiar edinenler.
İnsanları cahil bırakıp, sömürerek saltanatlarını sürdürmeyi düşünenler.
Carl Sagan'a kulak verin.
Bir toz tanesinin bir anlık efendilerisiniz.