Basın Yayın Okulu ve İletişim Fakültelerinde verilen ilk derslerden biri sansürdür. Türk basın tarihinde, basının en çok sansüre uğradığı dönem tabii ki II. Abdülhamid dönemidir.
II. Abdülhamid, 33 yıllık saltanı süresince, halkına hafiye, jurnal, sürgün ve sansürle şekillenen tam bir baskı rejimi uyguladı. O yüzden II. Abdülhamit’in bu dönemine İstibdat dönemi denir.
Onun döneminde basına görülmemiş derecede ağır sansür uygulanmıştır. İlk olarak 1877 yılında Sıkıyönetim Nizamnamesi’yle siyasi gazete ve dergiler, 1882 yılında ise genel anlamda bütün gazete ve dergiler sansürün kapsamına girdi. Özellikle sansürle görevli bir Eğitim Kurulu kuruldu. Bu kurul, basılmadan önce bütün kitapları inceleyip onaylarsa, kitabın basın ve yayınına izin veriliyordu. II. Abdülhamid’in emri ve Şeyhülislam’ın fetvasıyla 150 çuval kitap hamamlarda yakılmıştı.
II. Abdülhamid’in sansür anlayışı tabii ki bununla da kalmadı. Grev, suikast, ihtilal, sosyalizm, hürriyet gibi bazı kelimelerin yazılması ve kullanılması yasak olduğu gibi, ayrıca bu kelimeler halkı isyana teşvik sayılıyordu. “Kızıl” demek suçtu mesala, Batı ülkeleri kendisine “Kızıl Sultan” dediği için.
Komik gelebilir ama yasaklı kelimeler içinde “burun” bile vardı.
II. Adülhamit'in kavisli bir burnu olduğu için insanlar tarafından konuşulup, alay konusu olmasın diye...
Hacivat ve Karagöz orta oyunu da yasaktan nasibini alanlar arasındasıydı.
Mizah yasaktı...
Karikatür yasaktı...
Hatta Mustafa Kemal, Harbiye’deki arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı “okul gazetesi” yüzünden
tutuklanmış, daha sonra da Suriye'ye sürgüne gönderilmişti...
II. Abdülhamit, muhalefetten ve muhalif gazetecilerden hoşlanmazdı. Muhalif gördüğü Ziya Paşa’yı sürgüne göndermiş, Namık Kemal’i de zindana attırmıştı.
II. Abdülhamit muhalifleri bu şekilde cezalandırken, kendisini ve sarayını öven yazılar yazan gazetecileri ise rütbe ve nişanlarla ödüllendirir, onlara hediyeler verirdi.
Günümüze ne kadar çok benziyor, değil mi?
Sanki toplumun başka hiç bir derdi yokmuş gibi TBMM açılır açılmaz ilk gündeme gelen Saray rejiminin “sansür yasası” ile Türkiye Cumhuriyeti’ni 145 yıl öncesine, II. Abdülhamit’in İstibdat Dönemine geri döndürmek istiyorlar.
Çıkardıkları yasanın, hapis cezası getiren 29. maddesi anayasaya aykırı olup, öznel ve keyfiliğe açık bir durum oluşturmakta, sadece basın mensupları ve gazetecileri değil toplumun tüm kesimlerini etkilemektedir. Bu yasa toplumda telafisi imkansız sonuçlar doğurabileceği gibi en çokta demokrasimize zarar verecektir.
Basının ve Gazetecilerin asli görevi; toplumu doğru, tarafsız, objektif olarak bilgilendirmektir. Bu yasayla gerçekte amaçlanan; yolsuzlukların, hırsızlıkların, haksızlıkların, hukuksuzluğun, yoksulluğun, hayat pahalılığının, işsizliğin ve daha pek çok kötülüğün üstünü örtmektir.
Ancak bizler
Korkmayacağız...
Yılmayacağız...
Susmayacağız...
Doğru bildiklerimizi konuşmaya ve yazmaya devam edeceğiz...
Anayasal Hakkımız olan; “ ifade ve ifadeyi yayma özgürlüğünün” sonuna kadar savunucusu olacağız.