Girit Adası.
Yunanca Kriti.
Bundan 3500 yıl önce Girit'te çok önemli bir uygarlık vardı;
Minos Uygarlığı.
Kültürde, sanatta, ticarette komşularına göre çok ilerideydiler.
Mimarileri hayranlık uyandırıyordu.
Yıkılmaz denilen saraylar, tapınaklar inşa ettiler.
Ama MÖ 1900'lerde depremlerle sarsılmaya başladılar.
Akdeniz ve Ege adeta salıncak olmuş, depremler durmuyordu.
Girit'in kuzey batısında, tam da Datça'ya bakan Knossos kentinin tepelerinde bir kurban töreni vardı.
Zenginler ve rahipler depremlerden kurtulmak için tanrıların kan istediğini söylemişti.
Halk toplanmıştı.
Ege'nin imbatlarıyla serinlenen bir yaz günü Knossos tepelerine uzun bir masa kondu.
Rahipler, çok iri bir boğayı masanın üzerine yüzüstü bağladılar.
Kalın halatlar hayvanın kıpırdamasına imkan vermiyordu.
Sadece başını oynatıyor ve korkulu gözlerle ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Onun bağlı olduğu masanın altında kentin zenginlerinin armağan ettiği keçi, koyun, koç gibi başka hayvanlar sıralarını bekliyordu.
O an bir flüt çalmaya başladı.
Flüte yedi telli bir Lyra eşlik etti.
Mistik ezgiler Ege ve Akdeniz'in ılık rüzgarlarına karışırken, genç bir kız boğanın başına bir kase öğütülmüş tahıl döktü.
Sonra bir rahip elindeki keskin bıçakla gökyüzünü göstererek "sana adıyoruz Zeus" diye haykırdı ve boğanın boğazını bir hamlede kesti.
Masa o anda kan gölüne döndü.
Boğanın yaşadığı dehşet ve acı gözlerine yansımıştı.
Boğazından fışkıran kan masanın üzerindeki oluklardan yanlarda duran toprak kaplara akıyordu.
Boğa acı çeke çeke son nefesini verince, deri etek ve kısa kollu gömlek giymiş, başında zambaklardan yapılmış bir taç olan bakire bir rahibe içi kanla dolu iki kabı kulplarından bir sırığa dizerek omuzlarında taşımaya başladı.
O tapınağa doğru yürürken, flüt ve yedi telli Lyra'nın ezgileri yine tepelerde yankılanıyordu.
Müzisyenler kısa mavi bir cüppe ve uzun bukleli giysilere bürünmüştü.
Boğanın kanı tapınağın önünde duran ve Tanrı Zeus'u simgeleyen üzerine kuşlar konmuş iki çift taraflı baltanın(Labrys) arasına açılan bir çukura döküldü.
Ancak yarısı doldu çukurun.
Bu yetmezdi.
Tanrıların daha çok kana ihtiyacı vardı.
Sıra masanın altındaki diğer hayvanlara geldi.
Önce keçi, sonra koyun, sonra da koç ardı ardına boğazlandılar.
Her boğazmadan önce rahip elindeki keskin bıçağı gökyüzüne kaldırdı ve haykırdı.
"Sana adıyoruz Zeus!"
Sonunda çukur kanla dolmuştu.
Zeus nihayet kana doymuştu!
Ve rüşvet olarak aldığı kan karşılığında Girit'i depremden, fırtınadan, selden koruyacaktı.
Ama korumadı, koruyamadı.
Kısa bir süre sonra Girit Adası daha şiddetli depremlerle, tsunamilerle ve işgallerle yerle bir oldu.
Minos Uygarlığı yok oldu.
Kendi hayatları ve rahatları için onca günahsız hayvanın kanını dökenler, sonunda sarayların, tapınakların altında kalarak can verdiler.
Sözünü ettiğim bu kurban ritüeli yaşanmış bir olaydan betimlenmiş ve 1903 yılında Knossos'ta kazılarda İtalyan arkeolog Roberto Paribeni bulunan Hagia Triada Lahti'nin üzerine resmedilmişti.
Bu lahit bugün Girit'teki Heraklion Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmekte.