MENÜ
İzmir
Gündem Çeşme
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
VE KASAP GÖKYÜZÜNE KALDIRDI KESKİN BIÇAĞI
Sedat Kaya
YAZARLAR
22 Temmuz 2021 Perşembe

VE KASAP GÖKYÜZÜNE KALDIRDI KESKİN BIÇAĞI

Yine geceyi yarıladık.

Etraf zifiri karanlık.

Ege ve Akdeniz'in birleştiği bir coğrafyadayım.

Manzaram iki kadim deniz.

Sağım Ege, solum Akdeniz.

Binlerce yıl kimbilir neler yaşandı bu sularda, bu kıyılarda.

Kimilerine göre uygarlığın doğduğu yerlerdi buralar.

Halikarnas Balıkçısı'na göre, "altı yedi bin yıl önce kayığı ilk yüzdüren dalgalar ve dalgalara ilk binen kayıklar hep buralıydılar."

Burada yaşayanlar iki denizin çocuğuydular

Ege Denizi'ne Arşipel, Akdeniz'e Mare Nostrum dediler.

İşte ben de tam buradayım.

Bu gece anason yok, kafeinden cin gibiyim.

Hiç yazma niyetim yoktu bu saatte ama..

Yarın yaşanacakları düşünüp, Ege ve Akdeniz'in sularına baktıkça zaman tünelinde yolculuğa çıktım adeta.

MÖ 500'nci yüzyıldı.

Helen komutan Agamemnon dev gibi bir filoyla Troya'ya  saldıracaktı.

Gemilerini Pire limanına demirledi, rüzgarın çıkmasını bekliyordu.

Günler, haftalar geçti ama havada yaprak kıpırdamadı.

Rüzgar olmadan yelkenler şişmez, gemiler Troya'ya gidemezdi.

Agamemnon baş tanrı Zeus'a rüzgar çıkarması için yalvardı.

Zeus,"sus" dedi "sen bir günahkarsın, önce gühanını affettir, sonra benden bir şey iste." 

Agamennon şaşkın şaşkın sordu, "Yüce Zeus günahım ne?"

Zeus hiddetlendi,"sen" dedi, "Geçenlerde avlanırken, Artemis'in en sevdiği geyiği vurdun. Bunun bir bedeli olacak. Olimpos'ta tüm tanrılar toplandık ve karar aldık. Kızın İphegenia'yı bizlere kurban edeceksin."

Troya'ya saldırmak için can atan, hırs ve şöhret budalası Agamemnon, biraz düşündü, sonra "tamam" dedi, "kızımı kurban edeceğim."

Hazırlıklar yapıldı, bıçak bilendi.

Güzeller güzeli İphegenia tam kurban edilecek, Artemis yanında bir geyikle çıkıp gelmez mi?

"Seni  affettim Agamemnon, İphegenia'yı bağışladım sana" dedi , "al bu geyiği kurban et bana."

Sonra rüzgarlar çıktı, Agamemnon Troya'yı ele geçirip muzaffer bir komutan oldu.

Ama dönüştü eşi Clytemnestra ve eşinin sevgilisi Aegisthus'un bıçak darbeleriyle öldü. Çünkü Clytemnestra, tanrılara kızları İphegenia'yı kurban edecek kadar vicdansız olan Agamemnon'u affetmemişti.

Olimpos tanrıları Agamemnon'u kurtaramamıştı.

İzmirli Homeros Odysseia destanında böyle anlatıyor olayı.

Acaba Agamemnon'un sonu ondan sonrakilere ders oldu mu?

 

Bu gece ay yarım halinde.

Ama çok parlak.

"Hani gece sustu, ay parladı" denir ya.

İşte öyle.

Yine Ege ile Akdeniz'in birleştiği sulara bakıyorum.

Tam karşımda Tilos adası var.

Binlerce yıl önce minik fillerin vatanıydı Tilos.

Koyun kadar fillerin yurdu.

Güney tarafında Rodos'un uzantıları görünüyor.

Hemen onun arkasında Girit Adası.

Yunanca Kriti.

Bundan 3500 yıl önce Girit'te çok önemli bir uygarlık vardı.

Minos Uygarlığı.

Kültürde, sanatta, ticarette komşularına göre çok ilerideydiler.

Mimarileri hayranlık uyandırıyordu.

Yıkılmaz denilen saraylar, tapınaklar inşa ediyorlardı.

Ama MÖ 1900'lerde depremlerle sarsılmaya başladılar.

Akdeniz ve Ege adeta salıncak olmuş, depremler durmuyordu.

Girit'in kuzey batısında, tam da Datça'ya bakan Knossos kentinin tepelerinde bir kurban töreni vardı.

Zenginler ve rahipler depremlerden kurtulmak için tanrıların kan istediğini söylemişti.

Halk toplanmıştı.

Ege'nin imbatlarıyla serinlenen bir yaz günü Knossos tepelerine uzun bir masa kondu.

Rahipler, çok iri bir boğayı masanın üzerine yüzüstü bağladılar.

Kalın halatlar hayvanın kıpırdamasına imkan vermiyordu.

Sadece başını oynatıyor ve korkulu gözlerle ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Onun bağlı olduğu masanın altında kentin zenginlerinin armağan ettiği keçi, koyun, koç gibi başka hayvanlar sıralarını bekliyordu.

O an bir flüt çalmaya başladı.

Flüte yedi telli bir Lyra eşlik etti.

Mistik ezgiler Ege ve Akdeniz'in ılık rüzgarlarına karışırken, genç bir kız boğanın başına bir kase öğütülmüş tahıl döktü.

Sonra bir rahip elindeki  keskin bıçakla gökyüzünü göstererek "sana adıyoruz Zeus" diye haykırdı ve boğanın boğazını bir hamlede kesti.

Masa o anda kan gölüne döndü.

Boğanın yaşadığı dehşet ve acı gözlerine yansımıştı.

Boğazından fışkıran kan masanın üzerindeki oluklardan yanlarda duran toprak kaplara akıyordu

Boğa acı çeke çeke son nefesini verince, bir rahibe içi kanla dolu iki kabı kulplarından bir sırığa dizerek omuzlarında taşımaya başladı.

O tapınağa doğru yürürken, flüt ve yedi telli Lyra'nın ezgileri yine tepelerde yankılanıyordu.

Boğanın kanı tapınağın önünde duran ve Tanrı Zeus'u simgeleyen iki çift taraflı baltanın(Labrys) arasına açılan bir çukura döküldü.

Ancak yarısı doldu çukurun.

Bu yetmezdi.

Tanrıların daha çok kana ihtiyacı vardı.

Sıra masanın altındaki diğer hayvanlara geldi.

Önce keçi, sonra koyun, sonra da koç ardı ardına boğazlandılar.

Her boğazlamadan önce rahip elindeki keskin bıçağı gökyüzüne kaldırdı ve haykırdı.

"Sana adıyoruz Zeus!"

Sonunda çukur kanla dolmuştu.

Zeus nihayet kana doymuştu!

Ve rüşvet olarak aldığı kan karşılığında Girit'i depremden, fırtınadan, selden koruyacaktı.

Ama korumadı, koruyamadı.

Kısa bir süre sonra Girit Adası daha şiddetli depremlerle, tsunamilerle ve işgallerle yerle bir oldu.

Minos Uygarlığı yok oldu.

Kendi hayatları ve rahatları için onca günahsız hayvanın kanını dökenler, sonunda sarayların, tapınakların altında kalarak can verdiler.

Sözünü ettiğim bu kurban ritüeli yaşanmış bir olaydan betimlenmiş ve Knossos'ta kazılarda bulunan Hagia Triada Lahti'nin üzerine resmedilmişti.

Bu lahit bugün Girit'teki Heraklion Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmekte.

Tarih boyu ne çok kan döküldü değil mi?

Ne vahşetler yaşandı.

Nedense Tanrılar hiç kana doymadı.

Düşündükçe içi acıyor insanın.

O yüzden yeryüzünden gözümü gökyüzüne çevirdim.

Uzakta güney batı yönünde bir yıldıza takıldı gözüm.

Kimbilir kaç ışık yılı uzakta.

Bildiğim bir yıldız değil.

Çok küçük.

1800'lü yılların başlarında Paris'te böyle bir geceyarısı uzaktaki bir yıldıza baktı, Pierre Jean de Beranger.

Şairdi. 

Hem de iyi şair.

Ezilen bir aileden geldiği için sınıfını biliyor, otoriteye direniyordu.

Özellikle kiliseye karşısıydı.

Papazların yalan konuştuğunu ve halkı kandırdığını söylüyordu.

Yazdığı şiirlerle egemenlerin korkusu oldu.

Susturmak için nice ödüller verdiler, geri çevirdi.

İstemediği halde halkın oylarıyla milletvekili seçildi, özgür kalmak için hemen istifa etti.

Ölünce ismini unutturmak için çok uğraştılar ama o şiirlerini halkının gönlüne yazmıştı.

Unutturamadılar.

Pierre Jean de Beranger o gece uzaktaki yıldıza bakınca şu satırları döktü kağıda.

 

"Tanrı Baba, bir sabah uyanınca,

Biz insanları düşündü nasılsa,

Gitti pencereye: "Kim bilir, dedi;

Belki o gezegen yok oldu gitti.

Ama baktı, uzakta, çok uzakta,

Bir köşecikte fır dönüyor dünya.

Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı,

Alsın vallahi bir şey anlıyorsam

Bu dünyalıların tutumlarından.

 

Ey benim minnacık yaratıklarım,

Ak ve kara, donuk ve yanıklarım,

Dedi Tanrı, en babacan haliyle;

Sizi ben yönetiyormuşum sözde.

Oysa, görüyorsunuz, Allah'a şükür,

Benim de sürüyle bakanlarım var,

Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı,

Alsın vallahi, çocuklar, bu bakanları

İkişer üçer atmazsam kapı dışarı.

 

Boşuna mı kızlar verdim, şarap verdim size?

Güzel güzel yaşayasınız diye.

Nasıl olur da siz benim inadıma

Orduların Tanrısı dersiniz bana?

Ne yüzle adımı alıp dilinize

Top atarsınız birbirinize?

Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı;

Alsın vallahi, çocuklar, bir tek

Orduyu kumanda ettiysem bugüne dek.

 

Şu süslü püslü zibidilerin işi ne

Yaldızlı tahtlar üstünde?

Nedir o kasılmaları, böbürlenmeleri?

Beslediğimiz bu karınca beyleri

Sözden benden kutsal haklar almışlar

Benim inayetimle kral olmuşlar

Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı;

Alsın vallahi, benden geldiyse eğer

Sizleri böyle kötü yönetenler.

 

Hiç bana kızmayın artık, çocuklar;

Temiz yürekli olun, bana yeter.

Sevişin, güle oynaya yaşayın,

Sizi yakar makarım diye korkmayın

Kralına da, yobazına da basın kalayı...

Ama keselim, Allahaısmarladık

Curnalcılar duyarsa yandık

Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı

Alsın vallahi, o yüzsüz herifleri

Sokarsam kapımdan içeri." (*)

 

Artık uyku zamanı.

Haydi Allahaısmarladık.

Jurnalciler duyarsa yandık!

Tekrar iyi bayramlar.

 

(*) Pierre Jean de Beranger'in bu şiirinin Sabahattin Eyüboğlu Türkçe'ye çevirmiştir.

 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Gündem Çeşme