"Madem görüyorsunuz;
O vakit hoş görün ..."
(Aşık Veysel)
Türk Halk Şiiri’nin "Şiir Gibi" ozanıdır. Şiirimizi yenileyendir.
Şiir gibi de yaşamıştır.
Halkını anlatan halkın içinden gelen; bir halk şairidir.
Karanlık dünyasını şiirleriyle, türküleriyle aydınlatmıştır.
Sözlerini, sazıyla bütüne tamamlamıştır.
Yaşamı; yoksulluk ve darbelerle geçmiştir...
Köy Enstitüsü'nde "saz
öğretmenliği" yapmıştır, türküler öğretmiştir yıllarca...
Veysel, o enstitü bahçesine kiraz fidanı dikmiştir, yıllar sonra ziyaret edip kollarını açarak kiraz ağacına sarılmış, nasıl boy verdiğini hissetmiştir!..
****
Hoşgörü, birlik temalıdır yapıtları...
Felsefesini ona ait şu dizeler ne güzel anlatır;
“Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz insanın külü yalandır
Hükmetse dünyanın her tarafına
Arzusu, hedefi, yolu yalandır..”
****
Türkçe ile çok çok iyi dosttur...
"Benim sadık yarim kara topraktır" yazarak Tabiat Ana’ya bağlılığını bildirmiştir her dem!
İflah olmaz bir Mustafa Kemâl hayranıdır...
O’nun için türküler, ağıtlar yakmıştır;
"Atatürk’ün eserleri/ Söylenecek bundan geri/ Bütün dünyanın her yeri/ Ah çekti vatan ağladı"
"Atatürk’e Ağıt"tandır bu dizeleri..
***
Enver Gökçe, "20.yüzyılın kuşkusuz en büyük halk şairi" Âşık Veysel’i şöyle aktarır bize;
"Halk şairlerimizin eserlerinde ortak özellikler olan saz-söz ayrılmazlığı klasik doğu edebiyatının estetiğinde önemli bir yer tutan idealizm eğilimi ve bu eğilimin halk şiirinde işleyen mücerretlik özelliği Aşık Veysel’in sanatında da egemen unsurlardır. Kısaca Aşık Veysel, tabiatı duyuşu, duyarlılığı, dini bir zümreye bağlı egemen bir karakteri olmamasına rağmen mistik tarafları, kainat, varlık, yaratılış anlayışı ile geleneğe bağlı bir saz şairidir.”
****
Yaşar Kemal de 1973 yılında Milliyet Sanat’ta yayımlanan yazısında Karacaoğlan’ı, Pir Sultan’ı, büyük ustaların gerçekten ses ve söz olarak büyük yanlarını, köylüyü, halkı; Aşık Veysel’den öğrendiğimizi söyler.
Onun deyimiyle Veysel, "geleneğin sağlam kökünde filizlenip çağa karışmıştır." Yaşar Kemal, ilginç bir anekdot da verir yazısında:
“Veysel bir süre Ankara’da bana durmadan Orhan Veli okuttu ve anlattırdı. Sevdiği, Orhan’dan seçtiği, üst üste okuttuğu şiirleri oldu. Şiirinin yeniliği, bir yerde gelenekten kopuşu, büyük şiirimize yeni bir halka oluşu çağın getirdiği yeniliklere Veysel’in uzaktandan da olsa kulak verişidir.”
****
"Aşık Veysel, halkça düşünüp konuşuyor. İşte yeni Türk şairlerinin, çok başka yollardan gelip halk şiiriyle ve Veysel ile buluştukları nokta da budur. Hem halktan hem kendinden olma; hem düpedüz Türkçe hem de kendince konuşma; kaybolmadan kaynaşma, çokluğa katılma. Ondan alınacak ders, sanatına tertemiz bir gönül ve bir ömür vermesi, içinde ve dışında olup biteni açık gözlerden daha iyi bilmesi, Sivrialan Köyü’nden dünyaya açılması, halktan, haktan, iyiden ve güzelden yana, işinin ehli ve sözünün eri olması, insanlıkla şairliği ayırmaması... "
Bu tespit de Sabahattin Eyüboğlu'ndandır...
****
Yıl 1933. Yani; Cumhuriyetin 10.Yılı... "Türkiye’nin ihyası Hazreti Gazi,/ Kurtardı vatanı düşmanımızdan/ Canını bu yolda eyledi feda/ Biz dahi geçelim öz canımızdan”ı Yazar, çalar ve söyler...
Sonra türküsünü Gazi Paşa’ya söylemek için "Angara" yollarına düşer...
Kıyafetinden ötürü yaklaştırmazlar Atatürk’e...
(O günden sonra sürekli ceketli ve fötr şapkalıdır!)
Günlerce kıvranır çok sevdiği "En Büyük Değer" ile tanışmak için... Olmaz, olamaz!
Tesadüf ya radyoda sesini duyar bir gün Atatürk. Yıllarca Cumhuriyet’te yazmış Mustafa Ekmekçi, 1 Ocak 1973’te Yeni Ortam’da şöyle anlatır hadiseyi:
"Gazi; radyoya telefon etmiş, saz çalıp türkü söyleyenin bulunmasını istemiştir. Bütün gece İstanbul’da Veysel aranır. Ne yazık ki, Kuledibi’nde Mehmet Efendi’nin kapıcı dairesinde gecelediklerini bilemezler. Mustafa Kemâl’i görme fırsatı kaçmıştır. Radyo Müdürü Mesud Cemil, bir mektup yazar onunla Dolmabahçe Sarayı’na gitmelerini ister".
"Ne çıkar ikbâle bakalım" derler. Saray’a varırlar,
"Akşam Atatürk bizi aratmış, şimdi duyduk, geldik" derler.
Gerisi Âşık Veysel’den:
"Alt kata vardık, tabii orada oturanlar, paşalar, şunlar, bunlar… Yaver Şükrü Bey geldi. Mektubu verdik, açtı, okudu: O bir zevk zamanı idi malum ya, şimdi çalışma zamanı.
Haber veremem dedi, adresimizi aldı. Öyle kaldı görüşemedik".
"Ben Atatürk’ü çok seviyorum. Ama, herkes gerek şahsen, gerekse fotoğrafından görüyorlar, istifade ediyorlar. Ben ise bunların hepsinden mahrumum. Kulaklarımın sesini işitmeyi candan arzu ediyorum, dedimse de kısmet olmadı"
***
İlhan Berk şiirinde dizeleriyle ne güzel anlatmıştır onu;
"Bir ağacın önünde durmuş Âşık Veysel. Dikenli. Yaban
çi-çekli.
Kucağında sazı. Başladı başlayacak bir türküye. Düşmüş
onun için bıyığı.
Bir sigara kulağının arkasında duruyor. Kendi sardığı.
Hafif kalkık başı. Bir sessizliği yazar gibi.
Sülüs bir yazı gibi gök: Ölçülü. Düzenli. Veysel’i
tamamlıyor."
Uzun İnce Bir Yolda;
"Bulmuş doğruyu dost dost diye/Varmış yarine toprak ile/
Sadık olan dostun yüzü ile"
Ruhi Su, Neşet Baba, Aşık Mahsuni gibi iyi ki bu topraklardan geçtin!
Her sözün yüreklerde…
Aşık Veysel şimdi Hacıbektaş Veli’nin, Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Pir Sultan’ın yanında…
O; şimdi saz tellerinde… Sivas ellerinde…
Aşık Veysel gönül köşkümüzde...
DOSTLARIN HEP SENİ HATIRLAYACAK…