“Herkese içindeki iyilik kadar iyi bir hayat dilerim.”
(Sabahattin Ali)
Sabahattin Ali’nin kısa yaşamında popüler
romanlarından ‘’Kuyucaklı Yusuf’’ Edremit’te geçer.
1903 sonbaharında başlar olaylar, 1. Dünya Savaşı’na, Seferberlik Yılları’na ilerler.
Yazar, “Üç tarafını saran Çamtepe, İbramcaköy ve Tavşanbayırı isimli üç yamaca yaslanan büyükçe, şirince bir kasabaydı” diye tasvir eder Edremit’i.
Roman,Yusuf ile Muazzez’in mekânlarını, dönemin insanlarını, ilişkilerini aktarır.
Edremit, ‘’Sabahattin Ali’nin Şehri’’ olarak ünlenmiştir.
Yaşadığı ev restore edilmiştir, kitap okurken heykeli vardır, bir de adını taşıyan park mevcuttur.
Sıkça gittiğim Edremit’te Cumhuriyet Meydanı’ndaki parka uğramadan edemem.
Güre’deki Etnoğrafya Müzesi’ndeki köşesindeki balmumu heykelini selamlarım.
Livaneli bestesi “Ayın şavkı vurur sazın üstüne, Leylim ley” derken, Edip Akbayram’ın “Başın öne eğilmesin Aldırma Gönül”ü mırıldanırım becerebildiğim kadar. Bazen de Ali Kocatepe’nin bestelediği ‘’Ben Gene Sana Vurgun”u.
xxxx
Edebiyatımızın yıldızlarından 41 yıllık yaşamına "Kürk Mantolu Madonna", "Kuyucaklı Yusuf", "Kağnı", "Ses" gibi önemli roman ve öyküleri sığdırdı.
"Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz",
"Leylim Ley", "Göklerde Kartal Gibiydim",
"Geçmiyor Günler" ile hep yaşamımızda olan
Sabahattin Ali, 2 Nisan 1948’de katledildi.
O;
''Ben Dünya'dan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım.'' derdi hep dostlarına.
O;
“bu memlekette yapılan her işin, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olmasını” isterdi.
O;
"Kürk Mantolu Madonna"da şöyle yazmıştı;
“İnsan, insanın sadece sevgisine ve alakasına muhtaç..."
****
Yazının bundan sonraki bölümü kızı Filiz Ali’den;
‘’Babam Sabahattin Ali karlı bir Şubat sabahı
benim ve annemin bir kaç poz fotoğrafını
çektikten sonra Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıktı, ve bir daha geri dönmedi.
Ölüm haberini neredeyse bir yıl sonra 1949 yılı Ocak ayında gazetecilerden aldık.
Başta herşey usulüne göre halledilmişti. Sabahattin Ali’yi “milli hisleri galeyana geldiğinden” öldürdüğünü iddia eden bir katil vardı ortada, babama ait olduğu söylenen fakat tanınmaz halde olan bir ceset de bulunmuştu. Ne var ki cesedi teşhis etmeye o zaman hayatta olan annesi ve eşi çağırılmadı.
Böylece ceset esrarengiz bir şekilde kayboldu.
Sabahattin Ali’ye ait bir defin belgesi bile yok. Yani nereye gömüldüğü bilinmiyor.
Olayın iç yüzü bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün iktidarlar tarafından ısrarla aydınlatılmadı. Sabahattin Ali 70 yıldır kayıptır.
Sabahattin Ali gibi tanınmış, sevilen bir yazarın hunharca öldürülmesinin yarattığı dehşet ve korku, toplumu suskunluğa sevkederken öte yandan her türlü muhalefeti sindirmeyi vazife bilen karanlık güçlere de cesaret verdi.
Her on yılda bir tekrarlanan askeri darbeler ile karanlık güçler denen aslında içimizden birileri, diğerlerini yok etmeye devam ettiler.
Öldürülen gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanlarının ardından toplumda gitgide derinleşen ve hiç bir biçimde tedavi edilemeyecek yaralar açıldı.
Yetmiş yıl sonra gelinen noktada toplum, toptan pasifize edilmiş, her türlü haksızlık, hukuksuzluk, cinayet ve dehşete kanıksamış durumdadır.
Ne var ki güneşin her sabah doğması kadar doğal ve değişmez bir gerçek var evrende. Hafıza.
İnsan hafızası kaybolan, kaybedilen, yok edilen, yakılan, parçalanan değerlerimizi unutmaz. Onlar, bu kayıp değerler hiç umulmadık bir yerde, umulmadık şekilde toplumun karşısına çıkar ve “susmaktan hiç utanmadınız mı ?” diye sorar.
xxxx
73 yıl önce bugün katledildi Sabahattin Ali.
Faili meçhul cinayetle anılan ilk ünlü kişiydi de diyebiliriz.
Ne acıdır ki, gidilecek bir mezarı dahi yok!
Dünya Şairi Nâzım ona şu sözünü ithaf etmişti;
‘’Sabahattin, Türkiye’nin ve Türkçe’nin en namuslu, en yurtsever, en istidatlı evlatlarından biridir!’’
"Varlığı büyük boşlukları dolduracak
mahiyette değildi, fakat yokluğu müthişti. "
Sabahattin Ali’nin!
O kanatlarıyla mitolojinin İda’sını (KazDağı) aşan asi bir kartaldı!..
"Satın alınamayan şeyleri
Severim ben.!
Deniz gibi, Gökyüzü gibi,
Ay ve güneş gibi,ve sevgi gibi.." demiş
Sabahattin Ali'yi; hepimizin marş gibi ezbere bildiği 88 yıl önce yazdığı "Hapisane Şarkısı " ile,
özlem ve saygıyla anıyorum;
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma
Dışarda deli dalgalar
Gelir duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma
Görmek istersen denizi
Yukarıya çevir yüzü
Deniz gibidir gökyüzü
Aldırma gönül aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Mahpus yata yata biter
Aldırma gönül aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma