31 Mart seçimlerinde bu ülkenin yönetim şekli de değişmedi, yöneten siyasi güç de değişmedi...
Ama 1 Nisan günü, 82 milyon nüfuslu bu ülkenin yaklaşık 52 milyon insanının, yani nüfusun yüzde 61’inin yerel yönetimi seçimi, “merkezi yönetimin” tersi istikamette oluştu...
Bu, çarpıcı ve analize muhtaç bir ciddi değişimdir...
Bu değişimin yakın gelecekte ülkemizin siyasi dokusundaki renkleri değiştirip değiştirmeyeceğini, merkezi yönetimin bu sonucu nasıl okuyup nasıl bir duruş sergileyeceğini birlikte göreceğiz...
Aynı zamanda, halkın yüzde 61 nüfusunun yerel olarak yönetimini üstlenen bir muhalefet partisinin bu değişimle ister istemez bir dönüşümüne de tanıklık edeceğiz...
Ben, bu yeni siyasi tablonun ülkemizi daha aydınlık günlere, daha barışçı bir dile, daha birbirini kucaklayan bir geleceğe taşıyacağına inanıyorum
Çünkü Türk halkı, muhalefete de iktidara da gerekli mesajı kibarca verdi diye düşünüyorum
Ulus olarak hepimiz, yerel seçimin “kızgın demir” günlerinin ardından durulmuştuk... Herkes kendi görev alanına yönelmiş, fırtına dinmiş, güneş kendini göstermişti... Ortada gereksiz bulutlar, gereksiz gerginlikler kalsa da durum, umutvar idi...
İşte bu dingin ortamda Çubuk’ta CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun uğradığı saldırı ve sonrasında cana kast etmeye varabilecek çığlıklar, aslında içine düştüğümüz ya da itildiğimiz durumun vahametinin henüz durulmadığını da gösterdi...
Bu ulus, çok partili döneme geçtiğinden bu yana hep ayrıştırıldı... Özellikle ülkemiz üzerinde planları ve hayalleri olanlar ve bunların aramızdaki uzantıları, bu milletin arasına nifak tohumları ekmekten asla vazgeçmedi...
Demokratlar ve Halk Partililer ile başlayan siyasi görüş farklılığını bir hizipleşmeye çevirmeye çalıştılar, ardından sağ-sol diye böldükleri bizleri. birbirimize mermi sıkacak bir kardeş düşmanlığının içine ittiler...
Ve tüm bunların bedelini hep birlikte ödedik...
O yüzden “karşıt görüş” söylemi beni hep irite etmiştir...
Çünkü sorun “karşıt görüşlere sahip olmakta” değil, “karşıt görüşü canına kastedilecek kadar düşman bellemekte” saklıydı...
Çubuk olayında, ortada bir provokasyon varsa durum kötü...
Ama provokasyon yoksa, durum daha da kötü...
Çünkü birinde olay “kışkırtma” sonucu gerçekleşmişse; ötekinde “kışkırmaya gerek bile duymayacak bir karşıt görüş kitlesi oluşmuş” demektir...
Birinin tedavisi kolay, tespiti kolaydır. Ama ötekinin tedavisi ne yazık ki güçtür...
Çünkü olay bir provokasyon sonucu gerçekleşmeyecek boyutlara varmışsa, bu girişim ne yazık ki Çubuk’ta başlayıp Çubuk’ta noktalanmaz...
O yüzden, halk olarak da bu ülkeyi yönetenler olarak da durumu hafife almamak gerekir... Olay, ayrıntılarıyla gün ışığına çıkarılmalı, suçlular eksiksiz tespit edilip en ağır biçimde cezalandırılmalı ve yaşanan olaya benzer olası olaylar için örnek oluşturmalıdır...
Bu yapılmalıdır ki, bu ülkenin bütünlüğüne zarar verecek karanlık düşünceler yok edilebilsin...
Gideceğimiz bir öbür dünyaya inanıyorsak, bu vatanı canlarıyla kanlarıyla kazanıp bize emanet eden yüzbinlerce şehitimizin de bu devletin tek kurucusu ve tek ebedi lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün de yüzüne bakacağımızı aklımızdan çıkarmayalım...
Özgürlük, adalet, barış ve kardeşlik; bir ulusun olmazsa olmazlarıdır...
Buna sahibiz ve bu bütünlüğe kimsenin “ÇUBUK sokmasına” izin vermemeliyiz..