FİFA’ya üye 47 federasyon; yani ülke var... Bunların üst düzey yönetimi, önceki gün İstanbul’da bir araya geldi... “FİFA Futbol Yönetim Zirvesi”nin başladığı gün, Türk hakemliğinde, tarihinin en büyük depreminin de olduğu gündü...
Ne düşündüler bizim hakkımızda bilmem...
Ama Türk futbolu, Federasyonun kurulduğu 1 ocak 1923 ve ligin başladığı 1959 yılından bu yana ilk kez bu denli büyük bir hakem kaosunun içinde...
İşler yürümüyor...
Hakemler, ilk kez bu kadar hakemliği beceremiyor...
Kararlar komik, VAR’a karşın tekrar tekrar izlenen görüntülere karşın, kararlar yanlış...
Hakem camiası içinde tam 30 yıl tükettim. Son yıllarda biraz uzak kalışımdan yeni yetme hakemlerle diyaloğum yok...
Ama onların hocaları, hatta hocalarının hocaları beni iyi bilir...
Benim teşhisim şudur ki, hakemliği bitiren şey, Türkiye’de profesyonel hakem uygulamasıdır...
Hakemlik bir “hobi”ydi... Hakemlerimizin mesleği, kabzımaldı, astsubaydı, doktordu, muhasebeciydi, öğretmendi...
İşlerinden kazandıkları parayla yaşarlar, hakemliği bir “onur ve gurur”saydıklarından özenli olurlardı...
Dürüsttüler... Yardımseverdiler... Birbirlerini eğitirlerdi... Kıskanmayı, ayak oyunlarını pek bilmezlerdi...
Maça giderler, tribün hasılatının olmadığı maçlarda paralarını bile alamadan geri dönerlerdi...
Profesyonel hakemlikle, bir hobi, bir anda aylık gelirleri 100 bin lira sınırına dayanan bir meslek haline geldi...
Millet hakemliğin profesyonellik rüzgarına tutunabilmek için mesleklerini bıraktı... Ordu’dan ayrıldı, doktorluğu bile bıraktı be doktorluğu bile...
Artık evlerine götürecekleri ekmek için tek bir yolları kalmıştı... Hakemlik...
İşte hakemlik bu hale gelince, hakemler içinden reklam yıldızları bile yetişmeye başlayınca, MHK’nın gözünde hakemler, hakemin gözünde de MHK şekil değiştirdi...
MHK, hakem için “patron”a dönüştü...
Hakemler de MHK’nın gözünde “emir eri işçiler” halini aldı...
Ve aralarında oluşan bu patron-işçi ilişkisi, ortaya tam bir karmaşa çıkardı...
Artık hakemler hangi maça “neden atandıklarını” biliyor, MHK da atadığı hakemin maçta “ne yapacağından” emin olabiliyordu...
İlişkiler orlon yumağına döndüğü için zaten FİFA kokartlı, ülkemizin sözüm ona yüz akı hakeminin babası Federasyon bünyesinde maaşlı iş bulabildi...
MHK Başkanı Yusuf Namoğlu, toplumsal tepkiye yanıt olarak istifasını verdi... Ama bu doğal yapıyı değiştirmez... Şimdi hiç hakları olmadığı halde bir sürü eski hakem telefon başında görevi devralmak için her yere yağ damlatıyordur eminim...
Gelinen nokta, dönüşü olmayan noktadır... Nasıl Federasyon’un özerk yapıya dönüştüğü dönemde ortadaki para ağızları sulandırmışsa, içine “para”nın girdiği hakemlik de rayından çıktı...
Bir daha da o raya girmez...
Türk futbolunu 1 bilemedin 2 yıl sonra bekleyen ACI SON ne yazık ki, yabancı hakem getirmek olacaktır...
Göreceksiniz... Ya seneye, ya ondan sonraki sene... Sahalarımızda ithal düdükler olacaktır... Kaosu, futbol barışını hatta adaleti sağlamanın başka bir yolu kalmadı çünkü...
------------------------------------------
Galibiyete değil, içine bakın!..
Ligin 14.’sü Fenerbahçe, UEFA Kupası son 16’ların ilk maçında ligleri bittiği için 2 aydır maç yapamayan Zenit’i yendi...
Buna rağmen, bu sonuca Türkiye şaşırdı, Fenernbahçe şaşırdı, Zenit şaşırdı, Avrupa şaşırdı... “Türklerin 14 sıradaki takımı bu sonucu alıyorsa, üsttekiler ne yapar?” sorusunu herkes kendine sordu...
Fenerbahçe kötü oynamadı... Özellikle savunmada Sadık, ve serbest bırakılan Valbuena, dikkat çeken ve galibiyeti getiren isimler oldu...
Gerçi kaçan Zenit penaltısının da Fenerbahçe için bir “misafir şekeri” olduğunu unutmayalım....
Sahada; istekli, çalışkan iyi niyetli bir Fenerbahçe vardı... Yeni sezonda neredeyse tamama yakını elden çıkarılacağını bilen futbolcular yakaladıkları bu “avrupa pazarı” şansını kullanmak istedi tabii...
İte kaka da olsa alınan galiiyet, aslında görüldü ki, yine “Ersun Yanal’a rağmen alınmış bir galibiyet”ti...
Maçın 72. Dakikasında Ayew’i oyuna alan bir teknik adam kafasının oyundan neden Elif Elmas’ı çıkardığını kimse anlayamadı...
Hadi ondan geçtik....
İkinci değişikliği 84. Dakikada yapan aynı zihniyetin sahanın en iyilerinden Moses’ı neden çıkarıp yerine Alper Potuk’u aldığını da kimse anlayamadı....
Oysa Slimani, attığı şans golünden sonra bir dahaa ne sahada göründü, ne de Kadıköy sokaklarında.... Oyundan bu kadar düşen, yok olan, eriyip biten ve işe yaramaz halini beşe katlayan bir adama tahammül gösteren Ersun Yenal'’ ise anlayan bir Allah’ın kulu çıkmadı...
Yani demem o ki, Fenerbahçe Zenit’i yendi... Yendi de bir de şu Ersun Yanal’ın kafasını yenmeyi başarabilse...
İşte o zaman Fenerbahçe için güneş yeniden doğacak...