MENÜ
İzmir
Gündem Çeşme
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Anılar...
Ömer Önal
YAZARLAR
4 Mart 2020 Çarşamba

Anılar...

Saat 06.15! Annem yer yatağına yanıma oturmuş: “Ömer hadi oğlum uyan! Kalk!  Hayvanlarımız açlıktan bağırıyorlar.”  Ben ise; uykulu gözlerimi zorla açarak, sıcak yatağımdan istemeden kalkıyorum. Giysilerimi giyip hazırlanıncaya kadar annem, evimizin alt katında bulunan mutfağımızda odun ateşinde tarhana çorbasını pişirmiş bile... Mutfağın ortasına bulunan tahta sofra etrafına koyun pöstekisi veya koyunyününden yapılmış şilteler hazırlanmış, kahvaltımızı yapmak için oturuyoruz. Sofranın etrafında tahta kaşıklar, evimizin bahçesinde bulunan küçük taş fırınında yine annemin pişirdiği buğday ekmeğinin yanı sıra toprak kâse içinde annemin taşla kırmış olduğu çekişte (yeşil zeytin),  ile koyun ve keçi sütünden yapılmış kelle peyniri var.

          Gençliğin vermiş olduğu iştahla yapmış olduğum o güzel kahvaltıdan sonra, bir güzel kendime geliyorum. Sabah kahvaltısını bitirdikten hemen sonra anemin de yardımıyla hayvanları ahırdaki yaslalarında bağlı oldukları iplerini çözüyoruz.  Hayvanlar özgür olduklarını hissederek sevinçle ahırdan çıkıyorlar.

Annemin koyunyününden örmüş olduğu ceketimi ve çolaki pantolonumu giydikten sonra başıma poşumu bağlıyorum. Kalın saç matarama doldurulmuş içme suyumu, siyah-gri desenli dokuma bezine sarılı öğlen yemeğim olan köy ekmeği, peynir, tahin helvasını aldıktan sonra evden çıkıyorum. Hayvanlar önde ben arkada ilerliyoruz. Elimde zeytin dalından yapılmış sopa!

Sabah güneş doğmadan hayvanlarımızı salmana otlatmaya götürmeliyim. Daha sokağın köşesini dönmeden ilk olarak Abdurrahman Keskin Ağabey’in eşi Sevim Abla evinin kapısının önünde durmuş hayvanları ve beni izliyor. “Ömer hayvanları güzel otlat akşama bol süt versinler” diyerek bana telkinde bulunuyor. Belediye elektrik santralinin önünden geçerken Sadık Baba ile Fevziye Hanım teyze elektrik motorlarını susturmuşlar bahçede kedilerini besliyorlar. Sadık baba ve Fevziye Hanım teyzeyle selamlaşıyoruz. Sadık Baba bana yüksek sesle “Oğlum; annene söyle akşama bize iki kilo süt ayırsın.” Diyor…Bugünkü halk pazarının kurulduğu başlangıç yolunun başından hurmalı caddesinde…

 İlkbaharın mis gibi bitki kokusunu koklayarak tap taze otları hayvanların karınlarını doyurmak için otladıklarını izlemek bambaşka bir duyguydu. Kestreli Emin (Güre) Amca’nın da elinde bir sopa; birkaç keçi, koyun ve binek hayvanlarını yedeğine almış, mezarlığın yanında otlata otlata hurmalı caddesinde buluşuyoruz. Emin Amca’yla selamlaşıp, Klüp Baba’nın arkasında bulunan eski sahibi Rıza Baysal’ın köşe tarlanın duvarının dibinde kuytu bir yerde oturuyoruz. Emin Amca bana eski günlerinden; Selanik’ten nasıl geldiklerini, ne zorluklar çektiklerini gözlerinden akan yaşlarla anlatırdı. “Ben çocuktum. Altı yedi yaşlarında, savaş yıllarıydı Yunanlılar köyümüzü yakmışlardı. Komşularımızla birlikte yangında ve düşmandan canımızı kurtarmak için kaçmaya çalışıyorduk. Ben annem ve babamı göremeyince  geriye döndüm yolda Yunan askeri benim yolumu kesti Yunan askeri bana sen nereye gidiyorsun böyle bakayım?” Dedi. Ben de: “Annemle Babamı kaybettim onları bulmaya gidiyorum” dedim. “Dön çabuk geriye görmüyor musun bütün köy yanıyor yürü çabuk canını kurtarmaya bak”. “Ben çok korktum geriye döndüm. Oradaki komşularımızın peşine takıldım Türkiye’ye gelmişiz”.  Diye sözlerine devam ederdi. Ben de kendisini bir güzel dinlerdim. Biz Emin Amca ile sohbet ederken yanımızdan Ayhan Tezcan eşeğine keletirleri sarmış geçiyordu. Selam vererek eşeğin yularını bırakıp bize takılıyor. Hayvan da boş durmayıp sınırda yemyeşil otlara saldırıyor.  Ayhan Ağabey ile de ayaküstü konuşuyoruz.  “Mezarlığın yanında iki dönüm bir tarlam var. Abil ağanın oğlu Yahya Akalp beygirinle çift sürmeye gelecek bende yanında bulunayım” dedi. Kendisine: “Ayhan ağabey dükkânı ne yaptın?” Diye sorunca bana: “Dükkânı kapattım Ömer.” O dönem dükkânın kapısına bir tane uzun bir sopa koyduğunda dükkân kapalı demektir. Dükkânların kapıları açık, bütün malları dışarıda sergilenmiş vaziyette bırakılırdı lâkin bunu görenler de asla dükkâna girmezlerdi! Ayhan Ağabey de öyle yapmıştı. Ayhan Ağabeyin sesi çok güzeldi. Bir araya geldiğimiz zaman ya şarkı söylerdik ya da mevlit okurduk. O günde hal hatır sorulduktan sonra şarkı söylemeye başlamıştık. Sözleri Mustafa Nafiz Irmak(Çamlıbel)’e ait olan “Kanaryam güzel kuşum/Ben sana vurulmuşum/Seni çok sevdiğimi/Anlatıyor duruşum/Hüzünlü bakma öyle, benim şarkımı söyle.”  Bu güzel dörtlüğü ikimiz de çok güzel okuduk.

Ayhan ağabey yıllarca Camiilerde fahri olarak Ezan okur, müezzinlik yapardı. Cenaze törenlerinde mutlaka dua okurdu. Çok gür ve davudi bir sesi vardı. Rahmetli Faik Hoca’nın talebesiydi O. Bende gençlik yıllarımda Faik Hoca’dan ders almıştım. Ayhan Ağabeyle beraber Ramazan Ayı’nda teravih namazlarında müezzinlik yapardık. Ayhan Ağabey iyi bir “Atatürkçü” idi. Bir dönem Belediye meclis üyeliği yaptı. Ayhan ağabeyle olan sohbetimiz sona erdi ve tarlasını sürdürdükten sonra tekrar dükkanına döndü. Biz Emin Güre Amca ile hem hayvanlarımızı otlattık hem sohbetimize devam ettik.

Akşam olmasına yakın hayvanlarımızın karnı doyunca, Hurmalık Mevkii Aslan Akalın’ın tarlasının kıyısından, Şehitler Caddesinde sıraya dikilmiş dut ağaçlarının içinden tekrar evimize geldik.

Bugün aramızda olmayan bu iki değerli insanı rahmetle anıyorum! Ruhları şâd olsun.

 Bugünlük de bu kadar.  Kalın sağlıcakla…  

                                                                                                                         

 

  ÖMER ÖNAL

                                                                                                                   [email protected]

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Gündem Çeşme