
Bir rüya gördüm. Gencim, saçlar dökülmemiş, sakallar beyazlaşmamış daha ve saray gazetecisi olmuşum.
Yani bağımsız ve tarafsız!
Sadece tek bir yerin ilkelerine bağlı; Saray protokolü.
"Yaz" diyorlar, yazıyorum.
"Yalama yap" diyorlar, ustalıkla parlatıyorum.
Kopyala-yapıştır zaten işin özü.
Haber mi? O da ne?
Soru sormak mı? O eskidendi. Şimdi ne soracağımı elime veriyorlar.
Editörlük? Allah korusun, düşünmek yasak. Benim yerime düşünüyorlar zaten.
Hayat mı? Ohh ne ala.
Ev mi lazım? Kamu bankaları düşük kredi için sıraya girmiş, “bir imzan yeter” diyor.
Yatırım mı? Haritada kupon arsa beğeniyorum, hemen tapusu geliyor.
Uçak mı? Saray uçağında business class yerim hazır, dünyayı geziyorum. Oteller, lüks odalar, yastığın altında iktidar akreditesi, minibar ücretsiz.
Öyle ya, itibardan tasarruf olur mu hiç.
Tatile mi çıkacağım? İktidar destekli turizm cennetleri beni bekliyor.
Kanal kanal dolaşıyorum. Her konunun bir bileniyim.
"Gereğini yap" diyorlar, seve seve yapıyorum.
Üstelik gazetecilikte dokunulmazım.
Yalan yazıyorum, serbestim.
İftira atıyorum, puanım artıyor.
Muhalefeti hedef gösteriyorum, kahraman oluyorum.
Ne polis, ne savcı kapıma uğramıyor.
Bu arada bazı gazeteciler hapse giriyor, ben ise sushi yerken tweet atıyorum: Basın özgürdür.
Sokağa çıkınca halktan utanıyorum ama sorun değil, güneş gözlüğüm büyük.
Ne güzel bir hayat değil mi?
Gel keyfim gel!
Ama az önce bir uyandım, kan ter içindeyim.
Çok şükür bir rüyaymış.
İnsan, vicdanıyla barışık olmadığı bir hayatta, en lüks yatakta bile huzurla uyuyamaz.
Platon’un mağarasından çıkmak zordur ama asıl utanç, zincirlerle gölgeleri izlemeye razı olmaktır.
Çünkü kalemin mürekkebi kuruduğunda, kalan tek şey imzandır. O imza neyin altına atıldı, ona bakılır.
Gördüklerim rüyaymış.
Çok şükür!