Herkül Millas, yaşamının 15 yılını Türkiye'den kalanını da Atina'da geçiren sosyalist bir yazardır.
Geçmişte Türkiye İşçi Partisi'nde(TİP) de faaliyet göstermiştir .
Türkçe ve Yunanca'dan karşılıklı çeviriler yapmıştır .
Yorgo Seferis, Kavafis, Elitis, Yannis Ritsos, Gatsos, Venezis, Galanaki, Karacaoğlan, Yunus Emre, Can Yücel vb. gibi şiir ve roman çeviri kitapları mevcuttur.
Ayrıca edebiyat alanında araştırmaları çeşitli dergilerde yayınlanmıştır.
1990-1995 yıllarında Ankara'da Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde Çağdaş Yunan Dili ve Edebiyatı bölümünün kuruluşunda çalışmıştır.
Dil ve edebiyat dersleri vermiştir.
Tarih yazımı, siyaset bilimi, edebiyat, dil, kimlik, okul kitapları yazmıştır.
Kitaplarında Türkler ile Yunanlıların birbirilerine ne oranda benzeyip benzemediklerini sorgular genellikle.
Türk-Yunan ilişkileri konusunda uzmandır.
1992 Abdi İpekçi Barış Ödülü'nü kazanmıştır.
Gençliğinde atletizmde Türkiye 100 metre şampiyonudur da (1962).
Türk pasaportlu Millas, kendisini
"Yunanistan'da "Yunanlı, Türkiye'den de Türk" olarak görür.
Atina'da yaşasa da bir ayağı hep İstanbul'dadır...
Herkül Millas'in "Türk-Yunan İlişkilerine Önsöz" anı kitabı, ilginç anekdotlarla bezelidir.
Bunlardan birisiyle sürdürelim yazıyı;
"Tuzla Piyade Okulu'ndan teğmen olması gerekirken( hatta atlet olduğu için kuraya dahil edilmemiştir) çavuş çıkarılır.
2 bin kişi arasında 3 kişidir çavuş çıkartılan.
Biri yazar Demir Özlü, diğeri de Necmettin Yazıcı isimli mühendistir.
Ankara yerine Muş’a "sürgün" gönderilir Millas.
Nedeni, Rumluğu değildir.
Çünkü Rum arkadaşları subay olmuştur.
Solcu olduğundan da değildir.
Çünkü solcular da subay olmuştur.
****
Şöyle anlatır Millas;
Benim sakıncalılığımın sebebi, -sanıyorum- iki yıl önce başbakana yazdığım açık mektuptu. Cumhuriyet'te çıkmıştı.
Suat Hayri Ürgüplü, başbakandı, 'Kıbrıs’ta bir Türk öldürülürse ne olur bilmem,' işte 6-7 Eylül'ü yeniden yaparız gibi bir laf etti.
Ben de, 'biz rehine değiliz, bir başbakan kendi vatandaşına böyle diyemez!' diye, bir mektup döşendim. Ondan sonra herhalde 'bu haddini bilmiyor' dediler.
Mimlendim yani şimdiki bilgimle düşünüyorum, 'kim ulan bu pezevenk, bilmem ne çocuğu başbakanımıza böyle konuşan…' demişlerdir. O kadar güzel bir mektuptu ki kısa öz ve rezil ediyordu.
Başbakan kendi ülkesinde vatandaşını tehdit edemez, söyleyecek bir şeyi varsa; bizim, Kıbrıs’ta bir Türk öldürülürse burada intikam alacağımız rehinimiz yoktur olmalı…
Bunu yazdım, Rasih Nuri İleri'ye gittim, 'bunu Cumhuriyet'e göndereceğim' dedim, şimdi bunun altına işçi partisi bilmem ne desem bu parti meselesi değil, solculuk meselesi değil; bu azınlık, vatandaşlık meselesi dedim, iyi ki eklememişim partiyi de…"
****
Tepkisi, bir buçuk yılına mal olsa da memnundur Millas. Bölükte Türkiye’nin en okumamış, okuma -yazması olmayan sıradan zavallı köylüleri ile yan yana yaşamıştır yirmi dört saat.
Türk halkının özelliklerini tanımıştır; nasıl konuşulur ne anlatılır, bir şey söyleyince o ne anlar artık bunları biliyordur.
"Kentsoylu" olarak bu deneyimi yaşamış çok az insan vardır ona göre.
Orada Fransızcası'nı
ilerletme ve eski yazı öğrenme olanağı bulmuştur.
****
Yüksek atlama ve koşuda Ay-Yıldızlı atletle yarışan Herkül Millas'ın "gülümseten" bir Balkan atletizm Şampiyonası anısı var; "Türk olduğumuz uzaktan belliydi, diğer ülkelerden farklı kırmızı formalarımız vardı. Yarışlarda iyi dereceler alamamıştık; yarışlar bitti stattan çıktık otele giderken Zapyon parkından geçiyoruz, karşıdan insanlar geliyor.
Bir çift geliyordu erkek ve kadın kol kola girmişler, yanımdan geçerken adam müstehzi(alaycı) bir şekilde bana bakarak 'tebrikler' gibi bir şey söyledi.
Ben de Yunanca, ana dilimi belli eden halk diliyle 'yok ya döküldük' dedim. Dedim ve geçtim. Bir on metre sonra baktım ikisi ellerini bırakmış gözleri fal taşı gibi 'doğru mu duyduk yanlış mı?' der gibi, bana bakıyorlardı. Çok komikti."
****
"Tencere Dibin Kara" kitabında da yer alan bir bölümle yazıyı bitirelim; "Türk-Yunan ilişkileri ile ilgili, Atina Büyükelçisi Gündüz Aktan kitabımı okumuş, çağırdı. Baktım kitabın satırlarının hepsinin altını çizmiş. 'Çok güzel' dedi.
Konuşurken 'benim takdir ettiğim sizlerden” dedi, 'böyle önemli yazarlar çıkıyor.'
Ben, 'biliyorsunuz Türk vatandaşıyım' dedim. 'Ha evet' dedi. Konuşurken yine 'sizlerden' dedi.
Ben de düşünüyorum beni deniyor mu, bir şey desem ayıp mı olur; tereddüt ettim, 'biliyorsunuz ben Türk vatandaşıyım" dedim yine.
Kime söylüyorum büyükelçime söylüyorum.
Ne dedi biliyor musunuz, 'ben sizi böyle bileyim, daha rahat konuşuyorum.'
Resmi birisin, karşındaki sana "Türk vatandaşı" olduğunu hatırlatıyor ve sen ona 'ben sizi böyle bileyim' diyorsunuz.
Tabii samimiydi ama pes yani!
Daha ne yapmalı? Türkiye’de anayasaya; 'bir kişi Türk vatandaşı ise Türk’tür' diye gayet açık söylüyor.
Dil, din farkı gözetmeden!.."