Biz gazeteciler…
2/24/2017
Üzeri ipek halı ile kaplı, uzunca bir divandı….
Babam uzanır, başını sağ avucunun içine alır, dinlenirdi….
Annem, kırmızı tonların ağırlıkta olduğu halıya oturur, sırtını, babamın uzandığı o divana dayardı… Elinde, her zamanki gibi örgüsü olurdu… Babama, bana, ya da kardeşime ördüğü…
Ben ve Bülent (kardeşim) yere yüzükoyun uzanırdık…
Elimizi çenemize koyup başımıza destek yaparak dinlerdik ortadaki radyoyu…
Radyo Tiyatrosu…
Hayatımızın vazgeçilmeziydi….
Rengiydi…
Hayal dünyamızı ateşleyen turbomuzdu….
Öyle mutluyduk ki….
Ve ardından, yatak odalarımıza çekilip, Buldan bezi çarşaflar ve annemin iğne iplikle kapladığı Buldan çarşaflı yorganların altına sığındığımız geceler…
Uykunun, huzurla kucaklaştığı aslında kapkara ama yüreğimizde rengarenk olan geceler…
Hepsi bitti….
Babam gitti önce… Sonra kardeşim…
Ardından gelen televizyonlu günlerle, radyonun sihrini yitirdiği o muhteşem gecelerin tadı kaçtı…
Uykuların da…
O günlerde, sokakta çelik-çomak oynadığım arkadaşlarım da yok artık…
Muzu tereyağı sanan fukara mahalle çocuklarımız da…
Mahalle bekçimiz de yok…
Oysa, her bayram 10 kuruş harçlık verirdi bana…
Çocuk yüreğim bile o 10 kuruşu unutmadı hiç….
Ardından gelen televizyonlu günlerle, radyonun sihrini yitirdiği o muhteşem gecelerin tadı kaçtı…
Uykuların da…
Ekmeklerin bozulmadığı yıllardı…
İnsanlığın, sevgiyle harmanlandığı; sevginin insanlıkla sarmalandığı…
Yıllar, yıllar geçti….
Ülkemde ne televizyonsuz yılların radyo romantizmi kaldı, ne yolsuzluk…
69 yazında amcamla İzmir’den İstanbul’a gidişimi hatırlıyorum….
Ve Akhisar çıkışında tarlada tütün çapalayan işçilere arabanın camından fırlattığım gazeteleri….
Daha o yıllarda bile “yol”u bilirdi bu millet… “Yolsuzluk”la tanışmamışken…
Gazetelerin oralara bile ulaşamadığı yıllarda, insanların günlük olmasa bile gazeteye duyduğu açlığı hatırlarım…. Nasıl o gazeteleri kapmak için tarlalardan yola koştuklarını… Onlar bile mutluluktu inanın…
Bugün, bu ülke, yitirdiği tüm bu değerleri, huzurları, mutlulukları, derinlikleri, dinginlikleri ve gülüşleri unuttu….
Biz, bu ülkenin taze ÖZGÜRLÜĞÜNÜN tadını böyle çıkaran, kıymetini böyle bilen, bağımsızlığımıza, bize bunları sağlayanlara, gelişmişliğimize böyle tutkun kuşaktık….
Ve şimdi geldiğimiz noktaya bakın…..
İçler acısı….
EVET mi diyeceğiz?
HAYIR mı diyeceğiz?
Hem de ne için bu karar?,,,
ÖZGÜRLÜĞÜMÜZ İÇİN…
Elimizde olan, ama kendi kendimize KAYBETMEK ADINA ÇABA HARCADIĞIMIZ
CUMHURİYETİMİZ İÇİN…
Farkında mısınız, uykularımız bile ürkek ve tedirgin…
Hepimiz diken üstünde, hepimiz endişeli, kuşkuluyuz….
Ben, bana cennet ülkemin bu zenginliğini unutturan, bana yalan bir özgürlük vaat edip, gerçek bir esaret sunan bu anayasaya HAYIR diyorum….
Benim mutluluğum, mahalle bekçimizin bayramda verdiği 10 kuruş harçlıktı…
10 gemiyle doymayanların yalan vaatleri umurumda bile değil…
Bana, vatanımda yaşarken, ÖZGÜR VATANIMI SORGULATAN zihniyete daha ne diyeyim….
H.Doğan KÖSEOĞLU 3 Mart 2017 Cuma 21:00
|