MENÜ
İzmir 22°
Gündem Çeşme
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Biz gazeteciler…
Levent Donduran
YAZARLAR
24 Şubat 2017 Cuma

Biz gazeteciler…

Bizler için önemli bir gündür…

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü, aslında bir darbeler silsilesiyle bugünlere sürüklenen, traji komik bir öykü barındırır içinde…

1961 Anayasasında gazeteciler lehine yer alan bazı hükümler sonrasında, bu gün  "Çalışan gazeteciler bayramı" ilan edilmişti… Bir sevincin, bir olması gereken özgürlüklerin sonucuydu belki “bayram” tabiri… Ancak 12 Mart1971 askeri darbesinden sonra bu hakların bir kısmının geri alınması üzerine, “bayram” olmaktan çıktı ve "10 Ocak Çalışan gazeteciler günü" olarak şekillendi…

Hani, gazetecilerinki sanki bir inattı…

Olsa ne olur, olmasa ne olur demedik…

İlle de kendi adımıza bir gün istedik…

Öyle olmuş yani…

 

Dönemin kalemşörlerinin mesleklerini savunmadaki savaşçılıklarını, haklarına uzanan en küçük müdahalede tavırlarını en azından “bayram” saydıklarını “gün”e çevirerek göstermeleri, sanırım o dönemlerin delikanlılık jargonu içinde kalmış…

Bugün, buna “bayram” demiyoruz mutlaka ama, açıkçası neyi kutladığımızı da anlamak pek mümkün değil.

 

Genel olarak, gazetecilere özgürlüklerini verip bayram ettirip, ardından geri alarak bayramlarını da ellerinden alan baskıcı ihtilaller zihniyetinin bu ülkenin kaderi olduğunu unutturmayan bir gün olarak bile bence önemli bir işlevi yerine getiriyor.

 

Özgürlükler, demokratik rejimlerin olmazsa olmazlarıdır…

 

“Susma!.. Sustukça sıra sana gelir!..” zihniyetinin doğmasına neden olan, hak arama ya da fikir beyan etme özgürlüğü, herkes için olmalıdır mutlaka…

Demokratik çatılar altında yaşamanın refahı, “susmaktan” değil, “fikrini söylemekten” geçmez mi!.

Hele susmaması gereken, özgür bırakılması gereken, bu ülke için düşünen bu ülke için fikir üretip bıkıp usanmaksızın her gün dumanı üstünde sıcacık gazetelerle halkı yönlendirmek ve bilgilendirmek amacıyla meydanlara çıkan gazeteler, ancak özgür fikirleri içinde barındırıyorsa, değerlidir.

Yoksa, biz de biliyoruz; gazete kağıdının basıldıktan 3-5 saat sonra bir annenin çocuğunun kakalı donunu sarmak için kullandığı bir paket aracı olduğunu…

Zaten, gazetelerin nesnel varlıkları değil. İçinde barındırdıklarıdır asıl olan.

İşte kağıt parçası olarak pek de bir kıymet-i harbiyesi olmayan gazeteleri, bir de içindeki fikirlerden arındırır, içindeki fikirleri kontrol etmeye soyunur, içine fikir tohumları ekenlerin bu özgürlüklerini ellerinden alırsanız, ortada ne gazete kalır ne gazeteci.

 

Bugün, bizler; yani çalışan gazeteciler olarak “kaybettiğimiz eşeğimizi bulduğumuzda bayram etmiş olduğumuzu” ancak “o eşeği ikinci kez kaybettiğimizi” hatırlıyoruz sadece…

 

Türkiye’nin sürekli yörünge değiştiren ama adı hep “demokrasi” olan siyasi seyahati içinde hiç yaşanmaması gereken, hiç varolmaması gereken bir şeyin şekil değiştirişini unutmamaktan öte de bir anlam yüklemiyoruz bu güne…

Doğrusu bu çünkü…

Biz gazeteciler, taaa 1961 anayasasından bu yana, hep özgürlüklerimizin yerinde durup durmadığını kontrol etmekten, yorulduk…

Bunu kontrol etmemizi sağlayarak bizi yoranlar ise hiç yorulmadı…

Tarihin her döneminde ellerinde bir şeyleri demoklesin kılıcı gibi sallayıp, bir yandan da çatık kaşlarla bize bakan birileri hep oldu…

Bizi hep, kendi yönetim şekillerinin dizginlenmesi gereken saldırganları olarak görmeyi elden bırakmadılar…

Hiç biri bırakmadı ama…

Ne “ben sosyal demokratım” diyen, basının sosyal ve demokrat olmasını istedi, ne radikal olduğunu savunanlar, karşılarında radikal sayılmayacak bir medya kabul etti, ne muhafazakar yönetimler, basının kendileri kadar muhafazakar olamayabileceğini kabul etti…

Yani, basın için sonuç, hiçbir devirde değişmedi…

Bizler, kimimiz uzuuuuuuun süren bir yolculukta, kimimiz çıraklıkta, kimimiz kalfalıkta olsak da bildiğimiz hep ilk öğrendiğimiz günkü gibi kaldı…

Basın, yönetim biçimi demokrasi olan, cumhuriyet olan bu ülkede kendisine uzatılan dizginlerden kaçmaktan hiçbir  dönemde kurtulamadı…

Sonu, zindanlar bile olsa, durduğu noktadan kıpırdamadı…

Basın, kendi “bayram”ını “gün” etti, ama hiçbir devirde gününü gün edemedi…

Ve bu tükeniş, eksiliş ve azalış bizi bu günlere getirdi….

Satılmayan gazeteler, satılmış kalemler ve yok olup giden bir meslek.

Bir bir avuç onurlu kalem; neden buralarda yazıyoruz sanıyorsunuz….

 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Gündem Çeşme