Polis-adliye ve meclis muhabirliğinden sonra 1978'de köşe yazmaya başladı Günaydın Gazetesi'nde.
Köşesinin adı;
"Onuncu Köy"dü...
Sonra Sabah'a, ardından 2009'a kadar yazacağı Hürriyet'e geçti.
İktidar baskısıyla ayrılmak zorunda kaldı, Habertürk 'e transfer oldu.
AKP iktidarını eleştiren yazılarını sürdurünce oradan kovuldu!
Cumhuriyet'e geçti, İlhan Selçuk 'un yıllarca
"Pencere"yi yazdığı sayfadaki yerini verdiler.
Ama pek mutlu değildi.
Sözcü'nün önerisini kabul etti, 2013'ten vefatına kadar burada yazdı...
****
Bütün gazetelerde köşesinin adı hiç değişmedi.
"Onuncu Köy",
Bekir Coşkun 'la özdeşleşmişti.
O köşede lâik demokratik Cumhuriyeti, devrimlerini, değerlerini, yılmazca savundu.
İflah olmaz muhalif tavrından asla ödün vermeden yazdı, hakkında açılan davalardan bıkmadı.
Büyük bir okur kitlesine sahip oldu.
O okurla böylesi sevgi bağı, sıkı ilişki nasıl kurulurdu?
Yanıtı; "Çünkü; ben de onları sevdim.
Tek istediğim; sıcak o elleri.
Nerede olursa tanırım." olurdu.
****
Az yazdı, öz yazdı Bekir Abi.
(Ta Günaydın'ın Ankara Temsilciliği'nden tanışırdık. Ben İzmir Bürosu muhabiriydim.)
Eğilip bükülmedi,
kimse ona “satılık kalem” diyemedi.
İnsanlara, olaylara o kadar esnek ve anlayışla yaklaşırdı.
****
Katıksız Atatürkçü yurtseverdi.
En çok paylaşılan yazılarından birinde şöyle yazmıştı;
“Ben Atatürk’ü sevmeyenleri de sevmem.
O bir insan değildir bizler için.
Bir ilkedir, bir idealdir, bir rejimdir, bir ülkedir, özgürlüktür, bağımsızlıktır, medeniyettir.
Biz hepsine birden ‘Atatürk’ deriz.
Bu yüzden dilimizden
düşmez…"
Yine bir yazısındandır;
"Bu vatanın çiçekleri bitmez!
İstediğin kadar yol…
Çiçek tarlasıdır burası.
Hep 'Mustafa Kemal' açar…"
Bütün insanları, bütün canlıları sevmek gerektiğini düşünendi.
Vicdanın gözü, kulağı, sesiydi işte!
****
21 Şubat 1999'da Hürriyet 'te yazdı bu esprili ironi demeti yazıyı Bekir Coşkun.
(Arşivimde bulunca alıntıladım )
"Koca bulvardaki yüzlerce işyerinden bir tekinde bile adam gibi Türkçe isim yok.
Sadece bir mağazanın adını ‘Han' koymuşlar. Bu dediğim Tepe Home ile The Blue arasında bir yerde.
Milliyetçi duygularım dürtüklerken, içeri girip sırıtarak sahibini kutlamadım değil:
‘Tebrik ederim, Türkçe isim koymuşsunuz...’
Çok keyfi yoktu, sanki hata yapmıştı:
‘Evet...’
‘Nasıl da aklınıza geldi?..’
‘Bir fikir olarak düşündük...’
Düşünülmüş bu iyi fikir karşısında bendeniz mutlu ayrılırken ‘Han’ın sahibi kapıdan kafasını uzatıp seslendi:
Biliyorsunuz -Hen- olarak okunuyor...’’
*
Ne bilelim biz...
Çarşılarda-caddelerde bir tek Türkçe isimli tabela yok.
Benim buna canım sıkılır. Londa sokaklarına düşmüş Afrikalı gibi tabelalara bakarım.
Okunuşu ‘‘Hen’’miş...
Yoksa biz vatanı seviyoruz da, vatanın Türkçe'sini mi sevmiyoruz?
Canım sıkılır.
Oturup o isimleri koyanları dilime dolasam... İyi de bizim Hürriyet'in ana binasının adına bakın:
‘Hürriyet Medya
Towers...’
Ki ben İstanbul'a gittiğimde, taksi şoförüne asla ‘Hürriyet Medya Towers'a’ demeyi beceremem. Zaten taksi de beni her zaman bir başka yere götürüp bırakır.
Keza öbürleri de öyle:
Sabah Medya Plaza...
Doğan Medya Center...
*
Köşemin adını
değiştiriyorum.
Canım sıkılsa da sıkılmasa da, bu kadar değişim belirtisi karşısında benim köşemin adı ‘Köy’lü gibi kalmıyor mu?..
Onuncu Köy?..
Yine bir fikir olarak düşünürsem ‘Köy’ün İngilizce'sini alıp ‘Onuncu Village’ yaparım.
Başındaki ‘On’ yerine de ‘Ten’ korum.
Şöyle olur:
‘Tenth Village...’
Böylelikle ‘köylülükten’ kurtulur muyum, yoksa kurtulmaz mıyım?..
Siz söyleyin..."
****
"Onuncu Köy" üç yıldır sahipsiz kaldı.
Bekir Abi, daima kalbimizde...
Saygı ve özlemle...
(Aşina Yüzler kitabımda portresine yer verince çok mutlu olmuş, bu fotoğrafı çektirip göndermişti.)