Elli üç yıl olmuş esnaf olalı. Kimlerle sohbet etmedim, nereleri görmedim ki? Alaçatı’nın daracık sokaklarında gezmediğim sokak bırakmadım. Ve halen geziyorum. Tahsin Bolayır’ın bahçesinden geçerken, Veysel Ağa’nın (Veysel Sezginer) bahçesine uğramadan olur muydu?
Bir zamanlar Osman Ağa Çeşmesi’nden suyunu içtiğim günleri hatırlamamak olur mu? Ilıca şantiyedeki site sinemasında, Gözüm Oğlu Açık Hava Sineması’nda izlediğim filmleri, bir de İbram Usta’nın macununu, Hamdi Çevik’in gazozu, Cincibir gazozuyla çekirdek çıtlatıp film seyrettiğim günleri… Liman Ovası’ndaki incir ağaçlarının kokusunu hatırlarım. Martı Restoran’da akşamları beyaz şarap içerken Müslüm Gürses’in “Ben İnsan Değil miyim?” şarkısını belki on defa arka arkaya dinlediğimiz günler.
Rahmetli Cemal Can Amca’nın, parmak ısırtan sade yağlı kurabiyesi. Terzi Hayati’nin, Sırrı Atatekin’nin, Şadi Gökseloğlu’nun dükkânlarındaki hoş sohbetleri unutmak mümkün mü?
Arnavut kaldırımlı yollar, elden geçmiş yapıları gezerken huzur veriyor insana.
Cumhuriyet meydanına geldiğinizde tam karşınızda Kahveci Hüseyin Kutluay’ın tabelasını görürdünüz. Hemen yanında Berber Ahmet Kutluay’ın tabelası vardı. Tabelaları ışıklı değil, ahşaptan yapılmıştı. Gözünüzü rahatsız etmezdi. Kahvelerde oturanlar yuvarlak masanın etrafında ya briç oynarlar veya hoş sohbetler ederlerdi. “Çarıklı erkân-ı harp”tı hepsi. Uzun sohbetlerde tarih dersi verir gibi, savaşlardan söz ederlerdi. Mübadele yıllarındaki anılarını anlatırken gözlerimizden yaş gelirdi. Neler çekmişlerdi o mübadele yıllarında? Mübadele yıllarında çile çeken bu güzel insanlar muhabbetlerinde, “Allah bir daha bu güzel ülkemize savaşlar göstermesin diye dualar ederlerdi.” O yıllarda kahve kültürleri bir başkaydı. Bugün o kahve kültürlerini arar olduk.