1921 yılının 2 Ağustos gecesiydi.
Saat gecenin ikisiydi.
Napoli'nin tatil beldesi Sorrenta'da tek başına bir otel odasındaydı.
Ağır hastaydı, acı çekiyordu.
Acıdan kurtulmak için ilaç alıyordu.
Ama artık ilaçlar da fayda etmiyordu.
Yasak olmasına ragmen bir kadeh şarap koydu, bir sigara yaktı.
Terasa oturdu.
Denize bakıyordu.
Akdeniz parlıyordu.
Yüzüne vuran ılık rüzgar Akdeniz kokuyordu.
Şarabından bir yudum aldı.
Sigaradan bir nefes çekti.
Sanki bu son gecesiydi.
Sanki öleceğini anlamıştı.
Şarabın son yudumuna kadar hayatını düşündü.
Çocukluğunu, gençliğini ve bugünlere gelişini.
Çok çalışmıştı..
Mesleğinde zirve yapmıştı.
Dünya ünlüsü olmuştu.
Monte Carlo Operası'na çıkmıştı.
Bir zamanlar New York Metropolitan'ın başyıldızıydı.
Grammy Yaşam Boyu Başarı Ödülü almıştı.
Çok da para kazanmıştı.
Büyük aşklar da yaşamıştı.
Ama ya sağlık?
Ya mutluluk?
İşte onlarda başarısızdı.
Şarabını bitirdi, sigarasını söndürdü.
Üstüne uzun kollu bir giysi aldı.
Yavaş adımlarda otelden çıkıp, kendisini sahile attı.
Gecenin zifiri karanlığıydı.
Balıkçı tekneleri ava hazırlanıyordu.
Sahilin en ucunda bir kayanın üzerine oturdu.
İyotlu havayı ciğerlerine doldurdu.
Yüzünü Akdenizin suyuyla yıkadı.
Sonra bir anda o çok güçlü sesiyle şarkı söylemeye başladı.
Söyledikleri Napoli'nin aşk şarkılarıydı.
Sevda şarkıları.
Sesi gecenin sessizliğini yırtıyordu.
Rüzgarla şarkılar tüm sahile yayılıyordu.
Önce bir kaç balıkçı sardı etrafını.
Sonra balıkçıların tümü.
Ve çevreden sesi duyup gelenler.
Sorrento sahili opera olmuştu sanki.
Martılar bile susmuştu.
O söyledikçe dalgalar dans ediyordu.
Söylediği şarkılar milyonların sevdiğiydi.
O Sole Mio, La donna, Romanze.
Bu şarkılar sayesinde milyon dolarlar kazanmıştı.
Sabaha kadar söyledi.
Şarkı söylerken, karnındaki acıyı hissetmiyordu.
Sesi kesilene kadar söyledi.
Ama hayat böyleydi işte.
Herşeyin bir sonu vardı.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte oteline döndü.
Yatağına uzandı.
Gözlerini yumdu.
Ve bir daha hiç açmadı.
Son konserini martılara ve balıkçılara verip, bir otel odasında tek başına ölmüştü.
*. *. *
Napoli'nin Sorrento beldesinde bir otel odasında tek başına ölen o adam Enrico Caruso'ydu.
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük tenoruydu.
Pavarotti, Bergonzi, Wunderlich, Corelli ve diğerleri bir Caruso değildi.
48 yıllık yaşamında yüzlerce şarkı söylemiş, ünü İtalya'dan dünyaya yayılmıştı.
Milano, Buenos Aires, Londra, Monte Carlo ve New York'ta sahne almıştı.
Ama bunca üne, bunca zenginliğe ragmen Akdeniz kıyısında bir gece yarısı martılara ve balıkçılara şarkı söyleye söyleye son nefesini vermişti.
*. *. *
Aradan 65 yıl geçti.
Enrico'nun şarkıları hiç dillerden düşmedi.
1986 yılında İtalyan bestekar ve söz yazarı Lucia Dalla, Enrico Caruso'nun son gecesini anlatan bir şarkı yaptı..
Şarkının adı da "Caruso"ydu.
Caruso'ya yakışan bir şarkıydı.
Bu ölmek üzere olan bir adamın, bir kızın gözlerine bakarken hissettiği acı ve özlemin hikayesiydi.
Bir anda büyük beğeni topladı.
Dünyanın hemen hemen her ülkesinde söylendi.
Radyolarda hiç susmadı.
Şarkıyı söylemeyen sanatçı kalmadı.
Özellikle Mercedes Sosa ile birlikte yaptığı düet inanılmazdı.
Lucia Dalla şöyle yazdı o son geceyi.
"Dönüyor ve hayatını görüyorsun
bir pervanenin arkasında bıraktığı izde.
Ama evet, hayat sona ermekte..
Burada, denizin parladığı, ve rüzgarın kuvvetlice estiği yerde..
Eski terasın üzerinde.
Sorrento Körfezi'ne karşı bir adam bir kızı kucaklıyor.
Kız ağladıktan sonra sesini temizleyip şarkısına yeniden başlıyor.
Seni çok seviyorum.
Çok, çok fazla, biliyorsun."
*. *. *
Bazı insanlar ölseler bile yaşarlar.
Şarkılarda, gönüllerde yaşarlar.
Enrico Caruso da yaşıyor.
İnanmıyorsanız Pavarotti ile Mercedes Sosa'ya kulak verin; http://youtu.be/UBkB3q1mNB8