Türkiye’de istediği gibi bir devrim yaşanmadı ama O başardı.
Tam 52 yıldır doğan bebeklere O’nun adı veriliyor…
Adını taşıyan gençler O’nun devrimci, isyankar, bir o kadar da merhametli ve masum kişiliğinde günün insanlarını sorguluyor, Semih Çelenk Hocam gibi sesleniyorlar;
“Yakamozuyla afili bir delikanlı / yakıp söndürüyor durmadan / zihnimizin deniz fenerini.”
28 Şubat 1947 Ankara Ayaş doğumlu 1968 kuşağının en önemli isimlerinden cehennem yürekli yiğitlerinden Deniz Gezmiş kitle hareketlerinin en önde gideni, gencik eylemlerinin önderi ve aktif katılımcısı oldu.
Bir grup arkadaşı ile THKO’yu kurdu.
Çeşitli eylemlerden sonra THKO davasında TCK’nın 146. Maddesine muhalefetten yargılandı.
9 Ekim 1971’de hakkında idam cezası verildi.
İdam edilmemesi için kamuoyunda başlatılan çaba sonuç vermedi.
Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’la birlikte 6 Mayıs 1972’de Ankara merkez cezaevinde idam edildi.
Halk söylencesinde 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, suların denizlere toprağa kavuştuğu Hıdırellez gecesidir.
İşte o gece şöyle haykırmıştı Deniz; “Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Ve ben 25 yaşındayken kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum.”
Deniz Gezmiş’in bedeni bugün Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda yatmakta ama Semih Çelenk’in dediği gibi;
“… Onun isminde cisimlenen adanmışlık, yiğitlik, devrimcilik, cesaret ve yurtseverlik “deniz” ya da “denizler” sözcüklerinde yaşamaktadır.
İyiki doğdun Deniz
SİMURG
Söylenceye göre; kuşların hükümdarı Simurg kuşu, Kaf Dağı’nın üzerindeki tepede Bilgelik Ağacı’nın dalları arasından kuşlar dünyasına hükümdarlık edermiş. Ve ne zaman kuşlar dünyasında bir kargaşa olsa ya da mutsuzluklar doğsa Simurg uçar gelir, huzursuzlukları ortadan kaldırır, haklının hakkını, haksızında cezasını verir ve yeniden bilgelik ağacına geri dönermiş.
Sözün kısası kuşlar onun varlığıyla huzur içinde yaşayıp giderlermiş.
Bir dönem gelmiş ki kuşlar dünyasında yaşam zindana dönüvermiş.
Sıkıntılar, haksızlıklar, ard arda geliyor, yalanın, dolanın önü kesilemiyormuş.
Haber salmışlar Simurg’a ve bu adaletli krallarını beklemeye başlamışlar.
**
Bir gün, üç gün, beş gün…
Ne gelen var,
ne giden!
İçlerinden bir kısmı Simurg’un geleceğinden umudu kesmiş, diğer bir kısmı da “Eğer Simurg var olsaydı, şimdiye kadar gelirdi; gelmediğine göre böyle bir kuş yok” diyerek beklemekten vazgeçmişler.
Derken, uzak ülkelerdeki kuş sürülerinin o güne dek görmedikleri bir kuş tüyü bulduklarını öğrenmişler.
Bunu duyunca kuşlar krallarının yaşadığını, tüyün de ona ait olduğunu anlamışlar.
Ve içlerindeki birkaç akıllı kuşun önerisiyle yine “Madem ki o gelmiyor, biz ona gidelim!” düşüncesinde birleşerek yeryüzünün bütün kuşları Kaf dağı’na doğru kanat çırpmaya başlamışlar.
Günler geçmiş aradan…
Yol uzak mı uzak!
Uzun yola dayanamayanlar, çeşitli bahaneler uydurarak birer ikişer dökülmeye başlamışlar; önce bülbül dönmüş geriye, tüylerinin bozulduğunu sitemle fısıldamış; oysa ki bu tüylerinden ötürü, kafeslere kapatılıyormuş hep.
Turna, “Ben olmasam aşıklar nasıl ulaşır sevdiklerine?” demiş.
Baykuş viraneleri özlemiş. Ve hep birlikte geriye dönmüşler.
**
Kaf Dağı’na gitmek için yola çıkanlardan geriye kalan az sayıdaki kuş, canla başla kanat çırpmaya devam etmişler.
Yolun son kısımlarında “Yedi Tükenmez Vadi” den geçiliyormuş.
Son iki vadi “Yokoluş” ve “Ölümsüzlük” vadisine vardıklarında, kuşlardan geriye sadece otuz kuş kalmış.
Bütün güçleriyle bu vadileri aşmışlar ve Kaf Dağı’ndaki tepeye “bilgelik ağacı”na ulaşmışlar.
Ve “bilgelik ağacı”ndan öğrenmişler ki, Simurg;
“Otuz Kuş” demekmiş!
Yani, hepsi ve her birisi “Simurg” muş!..
**
12 Mart günlerini düşünürken, hepsi ve her birisi “Simurg” olan Denizler’i, Mahirler’i, devrimcileri, yoldaşları getirdim usuma.
“Bizler bu ülkenin isyancı gençleri olarak bugünlere hem onurlu bir miras hem de büyük bir sorumluluk bıraktık. Bunun bilincindeyiz.
Vargücümüzle Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının çizdiği tam bağımsız Türkiye hayalini yaşatacağız.”
68’lerde yaktığımız özgürlük ateşi hiçbir zaman sönmeyecek!