"Edebiyatla hayat takım kurup futbol maçı yapsalar, hayat üç çeker edebiyata! Ve böyle bir duruma ancak Oğuz Atay ve kahramanları dayanabilir."
(Barış Bıçakçı)
Futbol bir oyun, bir endüstri, kitleleri coşturur.
Dünyanın her yerinde, her insan tarafından sevilebilen bir oyundur.
Spor Yazarı Orhan Can'ın şu satırları futbolla edebiyatın yollarının kesişmesini çok iyi anlatır:
"Futbol sadece 'Ayak işi' değildir..
Futbol 'Akıl' ile 'Ayağın' bileşkesinden çıkan bir oyundur.
Akıl ile Ayak birleşir kalp ise ona kelepçe vurur."
Bu yüzden milyonlar hop oturur hop
kalkmaz mı?
Kuralları gayet basittir ama felsefesi ve varyasyonları bakımından beyinsel ve kalpsel bir oyundur futbol...
Akıl ve hata oyunudur futbolcu için de!
Kim bilir, edebiyatın futbola bulaşmasının nedeni, belki de budur!"
***
Aziz Nesin, Yusuf Ziya Ortaç, Can Yücel, Melih Cevdet Anday, Cemâl Süreyâ, Ülkü Tamer, Çetin Altan, Salah Birsel, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Haldun Taner ve Muzaffer İzgü'nün futbolla ilgili yazdıkları bu yüzden büyük ilgi görmüştür.
****
Korona yüzünden aylar sonra maçlar "seyircisiz" başladı.
Ama tv'den izlemek, stata izlemek kadar keyif vermiyor futbola gönül
verenlere.
Bugün edebiyatta futboldan yazmak geldi içimden..
Buyrun...
****
Sair Ülkü Tamer ile başlayalım...
"1972. Mexico City’den Rio de Janeiro’ya gidecektim. Ama vizem yoktu. Vize almak için Brezilya Büyükelçiliği’nin yolunu tuttum.
Elçiliğin kapısını çaldım. Açan yok. Bir daha. Yine açan yok. Hadi, bir daha… Sonunda, son derece şık, kır saçlı, yaşlıca bir adam belirdi kapıda.
“Buyrun?” diye sordu.
“Vize almak için geldim,” dedim.
“Haftaya geleceksiniz.”
“Neden?”
“Noel tatilindeyiz.”
“Ama benim yarın Brezilya’ya gitmem gerek,” dedim.
“Maalesef bir şey
yapamayız.
Çalışanlar tatilde.”
“Bakın,” dedim,
“ben taa İstanbul’dan geliyorum.”
Adam, “Büyükelçiyle benden başka kimse yok. Herkesizinde. Elimden
bir şey gelmez,”
dedi.
Nasıl olduysa, ağzımdan, “Ben şimdi Pele’nin ülkesini göremeyecek miyim?” sözü çıkıverdi.
Adam bir an durakladı. Bana bakıp, “Siz Pele’yi
biliyor musunuz?” diye sordu.
Saymaya başladım:
“Felix, Alberto,
Everaldo, Clodoaldo, Brito, Piazza,
Jairzinho, Gerson, Tostao, Pele, Rivelino…”
İki yıl önce İtalya’yı 4-1 yenip Dünya Şampiyonluğunu kazanan Brezilya takımının oyuncularını kaleciden solaçığa kadar sıraladım.
Adam kapıyı açıp içeri, büyük bir salona aldı beni. Bir koltuk gösterip, “Buyrun, oturun, ben şimdigeliyorum,” dedi. Salondan çıktı.
Biraz sonra, pijamasının üstüne giydiği robdöşambrla Büyükelçi geldi salona.
“Arkadaşım Brezilya milli takımını ezbere saydığınızı söylüyor,” dedi.
Durur muyum! Yine başladım:
“Felix, Alberto, Everaldo…”
Büyükelçi, sehpadan aldığı çıngırağı çaldı. Gelen uşağa, “Bize kahve getir. Masamdaki mührü degetir,” dedi.
Kısa bir süre sonra, cebime vizeli pasaportumu koymuş, Büyükelçi’yle dünya futbolu üstüne koyu bir sohbete dalmıştık.
Ayrılırken, Büyükelçi kapıya kadar geçirdi beni. Elimi sıkarken, “Brezilya şampiyon oldu,” dedi, “ama golü siz attınız.”
Ertesi gün, Rio havaalanında öteki yolculara ahret soruları sorulurken, ben özel “visa de cortesia”mührünü taşıyan pasaportumla gümrükten krallar gibi geçecektim!
****
…(Bursa) hapishane (sinin) bahçesi (futbol için) adam akıllı müsaitti. Bizden evvel de zaten adetmiş, oynarlarmış.
Lakin başgardiyan zaman zaman engel olur, futbol topunun bahçe duvarından dışarı aşıp, geri gelmesiyle “esrar kaçakçılığı” yapılmak ihtimalini -zayıf, çok zayıf bir ihtimal olmakla beraber- sebep olarak gösterir, eğlence babında belki tek vasıtamızı da elimizden almak isterdi. Başgardiyanın gönlü edilip, top oynamaya izin koparıldığı ikindi üzerleri, iki takım halinde bahçeye inerdik… (Ben) okulu futbola değişecek kadar bu işin tiryakisiydim.
Uzatmayalım, günün birinde aramıza uzun boylu, sarı saçları kıvır kıvır, kırk yaşlarında, mavi gözlü bir de şair karıştı… Hem de takımın en zor yerinde oynuyordu: Ortahaf! Şiirdeki kadar usta, yahut nefesli olmadığı için, onu ve ona dayanan defansı kolaylıkla geçer, onu çıldırtırdık. Öyle sinirlenirdi ki…
***
Kurşunî kasketinin siperini hırsla geriye çevirir, santrafora geçer, beklere (savunma oyuncularına), haflara (kanat oyuncularına) çıkışır, oyuncuların yerlerini değiştirirdi ama, oyun başladıktan az sonra her şeye rağmen… İnerdik kalelerine ve… GOOOOL!
İfrit olurdu.
Kıpkırmızı yüzü, masmavi gözleri ve yüzünün kırmızılığında kaybolan sarı kaşları... Hele çalım yapar yutturursak öyle içerlerdi ki, sahada bir faul kralı kesilir, elle, kolla, tekmeyle girişirdi. Bir gün esaslı bir tekmesini yemiştim, hani laf aramızda, çok nefis bir tekmeydi…”
***
Sıkı Fenerbahçeli Orhan Kemal, iyi penaltı da atardı.
1950’li yılların sonuna doğru İlhan Selçuk’un çıkardığı günlük spor gazetesi Türkiye Spor'un düzeltmelerini yapmıştır. Orhan Kemal’in futbol oynarken çekilmiş ve omuzlara alınmış fotoğrafı pek ünlüdür.
***
“Nazım Hikmet’le 3,5 Yıl” kitabı muhteşemdir Usta'nın.
Kitapta söz ettiği, yenilgiye tahammül edemeyen, "faul kralı" kesilen o ortahaf da, cezaevinden "kadim dostu, öğretmeni" Nâzım Hikmet'tir!
Hani, "Futbolda eski kurt.
En ağır hafbekleri yere vuran, kendine mahsustur vuruşa sahip, futbol potinleri, kurşun kaleminden öğrenmiş bu zanaatı!” Büyük Şair!..
***
Ve "Edebiyatın Kaptanı" Attilâ İlhân..
Bakın o neler yazmış futbola dair;
"İlkokul dönemi, çocuk dergilerinden başka, bir de futbolun etrafında geçmiştir. Bu, birçok insanı şaşırtacak bir şey belki. Şimdi, öyle bir merakım nereden çıktı! Karşıyaka ile İzmir arasında işleyen vapurlar, pazar günleri, daha yolun ortasındayken düdük çalmaya başlarlardı. Neşeli, şen bir düdük olurdu bu. Ondan sonra birtakım adamlar bağırırdı. Sesler, vapur yaklaştıkça netleşirdi. Sonradan ayırt ettim ki, "Kaf Kaf Kaf, Sin Sin Sin, Kaf Sin Kaf Sin Kaf!" diye bağırıyorlar." "Kaptan”, yıllarını vermiştir Karşıyaka’ya...
Adı; oturduğu sokakta yaşatılır.
Devam eder:
“Niye öteki taraftarlar, Altaylı, ya da Altınordulu oluyor da; biz, Karşıyakalı taraftarlar, ‘KafSinKaflı’ oluyoruz?
Bunu bir türlü anlayamıyordum. Çocukluğumun, bulmacalarından biri: Karşıyaka'dayız (İzmir); o semtin takımı, KSK ; o yıllarda kimse Karşıyaka demiyor, adını anmak için; ille KafSinKaf diyeceksin: âdet bu!(…)
Kulübün adı Karşıyaka Spor Kulübü, baş harfleri KSK, eski alfabeyle okudun mu, KafSinKaf!
İşte o kadar!”
İşte "1912'li arma" KafSinKaf’ın öyküsüdür anlatılan!..
****
Simon Kuper'in "kült" kitabı, neredeyse bir dünya turu yaparak futbolun politika ve çeşitli kültürlerle ilişkisini araştırdığı "Futbol Asla Sadece Futbol Değildir" den de söz etmemek olmaz!
Kitap, bu güzel oyunun alanlarını şiddetin işgal ettiği bir zamanda yine futbolseverin sığınağı.
****
Gerçek bir futbol tutkunu olan Uruguaylı ünlü yazar Eduardo Galeano, dünya kupalarına ilişkin gözlemlerini anlattığı "Gölgede ve Güneşte Futbol’' da kült bir kitap.
Tanıtımı da söyle;
"Gölgede ve Güneşte Futbol, futbol coşkusuna yaşama sevincini de katan bir kitap. Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Kucaklaşmanın Kitabı, Ateş Anıları serisinin yazarı, elinde şapkası, dünyanın dört bir yanını gezerek stadyumlarda 'Tanrı rızası için, güzel bir maç lütfen' diye yalvaran, kendi deyimiyle 'iyi futbol dilencisi'
Galeano, futbolun destansı kahramanlarına, ağları sarsan gollere ticaret ve siyaset açısından değil, kültürel açıdan yaklaşırken, futbolun şiirini yazıyor..."
Keyofle okumuştum...
****
Futbol bir başkadır.
Edebiyatta daha da başka!..