“Sanki çok ömrümüz varmış gibi… Beklemeyi öğretiyor bize hayat…” (The Pianist filminden)
Serçenin öyküsünü bilir misiniz?
Anlatayım kısaca…
Kaza mıdıdr, kundaklama mıdıdr billinmez, doğanın çiçek açtığı, insanın, hayvanın soluknaldığı, börtü böceğin yurdu ormanda yangın çıkar.
Çevredeki göletten ormana gididp gelmekte olan bir serçe (masalların konuşan kuşu derler ona), “Ne yapsam?” Umarsızlığına tutsak insanoğlunun, “Nereye kaçsak” yüreksizliğinde yitip giden hayvanoğlunun gözünden kaçmaz; bir ağız olup sorarlar;
-Sen ne yaptığını sanıyorsun? Söylesene…
Serçe oldukça sakin, ağırbaşlı, yaptığının bilincinde olmanın onuruyla yanıt verir;
-Gagamda su taşıyorum, alevlerin üzerine boşaltıyorum…
“gagada taşınan suyla şu koca yangın söner mi hiç şaşkın kuş?”
-Elimden geleni yapıyorum ya!
xxxx
Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Gaziantep, Malatya, Adana, Gaziantep, Şanlıurfa, memleketim Kilis, Adana, Diyarbakır…
Afeti yaşıyor, felaketi yaşıyor günlerdir Türkiye.
Yediğim, içtiğim gitmiyor boğazımdan, kalbim hep üşüyor o enkaz altındaki canları düşündükçe.
Şu günlerde ciddi sağlık sorunları yaşamasan; yaşıma başıma bakmadan koşacağım bölgeye.
Ne geliyorsa elimden, çabalayacağım...
Ama dedim ya, sağlığım elverişsiz.
Bölgeye koşan onbinlerce gönüllüye, kurtarma ekiplerine gıpta ediyorum, imreniyorum.
Elleriyle enkazda kazanları görünce ekranlarda, gözpınarlarım nemleniyor.
Her biri soylu yürek, her biri asil…
Ne derler; insanın iyisi çok başkaymış…
“Serçe” gibi elini uzatan, kadınıyla erkeğiyle dayanışanlara, yüreklere dokunanlara, acıyı bal eyleyenlerin o acısına ortak olanları -ayağa kalkarak- selamlıyorum.
Veysel Gültaş Abim de hep der ya; İnsan, insanla çoğalır…
Ve sonra Lev Tolstoy’un o sözünü anımsıyorum;
“Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan; insansın…”